19 Aralık 2013 Perşembe

JOHN DALTON(1766–1844),MARİE CURİE KİMDİR,Henri Becquerel hayatı,J.J. THOMSON.Oktay Sinanoğlu Kimdir Kısaca,

JOHN DALTON(1766–1844)
John Dalton ilk kez modern atom teorisine yol açan bir atılım içine girer. Atom, molekül, element ve bileşiklere ilişkin kimya alanında günümüze değin süren başlıca gelişmelerin bu atılımdan kaynaklandığı söylenebilir.
John Dalton, İngiltere’de geçimini el dokumacılığıyla sağlayan yoksul bir köylünün çocuğu olarak dünyaya gelir. Küçük yaşında dinin yanı sıra matematik, fen ve gramer derslerine de programında yer veren bir tarikat okulunda öğrenimine başlar. Özellikle matematikte sergilediği üstün yetenek ona yerel çevrede ün kazandırır. On iki yaşına geldiğinde, kendi okulunu açmak için yetkililerden izin alır. Aralıksız on beş yıl sürdürdüğü öğretmenliği döneminde genç adam yüzlerce köy çocuğunu eğitmekle kalmaz, matematik ve bilime olan merak ve tutkusu doğrultusunda kendini de yetiştirir. Onun ömür boyu süren bir yan tutkusuda hava değişimleri üzerindeki gözlemleriydi. Çeşitli yörelerden topladığı hava örneklerini konu alan çözümlemeleri, havanın hep aynı kompozisyonda olduğunu gösteriyordu.
Dalton’un anlamadığı bir nokta vardı: Gazlar neden tekdüze bir karışım sergiliyordu? Karışımda, örneğin, karbondioksit gibi ağır bir gazın dibe çökmesi niçin gerçekleşmiyordu? Sonra, gazların karışımı yalnızca esinti veya termal akımlara mı bağlıydı, yoksa başka etkenlerde var mıydı?
Bu çalışmalarıyla bilim çevrelerinde adı duyulmaya başlayan Dalton,1793’te Manchester Üniversitesi’ne öğretim görevlisi olarak çağrılır. Üniversitede matematik ve fen dersleri veren genç bilim adamı, meteorolojik gözlemlerini yayınlaması üzerine, Manchester Yazım ve Bilim Akademisi’ne üye seçilir. Elli yıl süren üyelik döneminde Dalton, Akademiye yüzden fazla bildiri sunar, bilimsel konferanslarda aktif rol alır.
Dalton bir bakıma kimyayı ve kimyasal çözümlemeyi tanımlayan ilk kişidir. Ona göre, kimyanın başlıca işlevi maddesel parçacıkları birbirinden ayırmak ya da birbiriyle birleştirmektir. Bu parçacıklar maddenin, o zaman bölünmez, parçalanmaz sayılan en ufak öğeleri, yani atomlardı.
Dalton, kimi değişik atomların göreceli ağırlıklarını da belirler. En hafif madde olarak bilinen hidrojenin atomik ağırlığını “1” diye belirler. Ardından suyun ayrıştırılmasıyla ortaya çıkan her parça hidrojene karşılık sekiz parça oksijen olacağını söyleyerek, oksijen atomlarının hidrojen atomlarından sekiz kat daha ağır olduğunu ileri sürer. Bu yanlıştı kuşkusuz. Dalton suyun H2O değil, HO olduğunu sanıyordu. Ama bu yanlışlık onun düşünce düzeyindeki büyük atılımın önemini azaltmaz elbette. Unutulmamalıdır ki, atomların nasıl bir araya gelip şimdi ‘molekül’dediğimiz bileşik atomlar oluşturduğunu gösteren kimyasal simgeler dizgesinde de ilk adımı ona borçluyuz.
Renk körlüğü de tıp diline ‘daltonizm’ diye geçer. Dalton renk körüydü, zamanının bir bölümünü bu hastalığı incelemekle geçirmişti.
Dalton’un çalışmalarıyla kimyanın matematiksel bir nitelik kazandığı, bir bakıma fizikle birleştiği söylenebilir. Maddenin elektriksel olduğu düşüncesini de ona borçluyuz.


MARİE CURİE KİMDİR
maria curie-sklodowska university
Marie curie Doğum tarihi 7 Kasım 1867 – ölüm tarihi 4 Temmuz 1934),
asıl adı Manya Sklodowska olan Polonya asıllı Fransız kimyagerdir.
Marie curie Polonya’nın başkenti Varşova’da dünyaya geldi. Köy kökenli ana babası salt eğitim tutkusuyla genç yaşlarında başkente göçmüşlerdi. Marie curie Babası lisede fizik ve matematik öğretmeni, annesi usta bir piyanist olmuştu.



”Manya” adı Fransızca’daki söylenişiyle “Marie”ye dönüşen genç kız istençle başladığı dört yıllık öğrenimini, sobası bile olmayan bir çatı katında çoğu günler peynir, ekmek ve çayla yetinerek sürdürdü. Ne var ki, yoksunluk Marie’nin direncini kırmayıp, tam tersine artırdı: Coşkulu öğrenci matematik, fizik, kimya ve astronominin yanı sıra müzik ve şiir derslerine de katıldı. Mezun olur olmaz Fizik’te Master derecesi için girdiği sınavda birinci oldu. Bir yıl sonra da Matematik’te Master çalışmasına başladı.



Marie curie 27 yaşına gelmişti. Çalıştığı laboratuarda araştırma yapan genç bilim adamı Pierre Curie ile tanıştı. Pierre de olağanüstü bir yetenekti: Daha onaltı yaşında iken üniversiteyi bitirmiş, onkesiz yaşında fizikte master derecesi almıştı. Elektrik ve manyetizma alanındaki araştırmalarıyla daha genç yaşta dikkatleri çekmeye başlamıştı. Yaşamını bilime adamış Pierre karşı cinse önyargıyla bakmaktaydı.

Ona göre, “dahi” diyebileceğimiz kadın yok denecek kadar azdı. “Sıradan kadın ise ciddi kafalı bilim adamı için bir ayak bağı olmaktan ileri geçmez,” diyordu. Genç bilim adamı otuzbeş yaşındaydı.

Marie ile karşılaşıncaya dek deneyimleri hiç de olumlu olmamıştı. Şimdi “yok denecek kadar az” dediği kadını bulmuştu. Araştırmalarını yan yana aynı alanda sürdüren Marie ile Pierre, yalnız yaşamlarını değil, bilimsel uğraşlarını da birleştirmekte gecikmediler.

Bu bilimsel buluşların biribirini izlediği bir dönemdi. Almanya’da Röntgen “X-ışınları” dediği katı cisimlerden bile geçen çok güçlü bir ışın keşfetmişti. Fransa’da ise yoğun çalışmalarıyla ünlü fizikçi Becquerel gündemdeydi. Becquerel, deneylerine dayanarak uranyum maden filizinde uranyum dışında başka bir elementin daha bulunduğu kanısındaydı; düşüncesini deney becerisine hayranlık duyduğu Marie Curie’ye iletti.

Sorunu eni konu irdeleyen karı koca Curie’ler söz konusu elementin bilinen bir element değil, yeni bir

element olduğu sonucuna ulaştılar ve ellerindeki araştırmalarını bir yana iterek çok ilginç buldukları bu soruna açıklık getirmeye koyuldular.




Uranyum maden filizi pahalı bir meta idi; o zaman yalnızca bir ülkeden (

Avusturya’dan) sağlanabilirdi. Curie’ler kısıtlı mali olanaklarıyla filizi olduğu gibi değil, uranyumu alınmış kalıntısını satın alabilirlerdi ancak. Becquerel gibi onlar da yeni elementin kalıntıda olduğuna emindiler. Avusturya hükümeti istenen kalıntıyı taşıma ücreti pahasına göndermeyi kabul etti.

Curie’ler tonlarca uranyum filiz kalıntısını laboratuvar diye hazırladıkları derme çatma ahşap barakalara yığdılar. Bundan sonrası,

bilim tarihinin bildiğimiz en yorucu ve yıpratıcı araştırma uğraşıydı. İşe kalıntıyı ocak üzerinde kocaman kazanlarda kaynatıp arındırma işlemiyle başlandı. Eriyik, sürekli karıştırılarak filtreden geçirildi. Kapalı yerde çıkan

gaz çoğu kez dayanılamayacak yoğunlukta olduğundan kazanlar, hava koşulları elverdiğinde, üstü açık avluya taşınıyordu.

1896 yılı boyunca kaynatma, süzme işi aralıksız sürdürüldü. Yorgun düşen Marie kışın gelmesiyle zatürreeye yakalanıp yatağa düştü; üç ay iş tümüyle Pierre’in omuzlarında kaldı. İki yıl süren süzme ve arındırma sonunda az miktarda bizmut bileşiği elde edildi. Bu bileşimin



uranyumdan 300 kat daha aktif olduğu göz önüne alındığında bu bile küçümsenecek bir basan değildir. Üstelik bu, bizmut bileşiminde bilinen elementlerden başka bir şeyin daha olduğu demekti.

Marie var gücüyle bu bilinmeyen şeyi ortaya çıkarmaya koyulabilirdi artık. 1898’de Marie ülkesinin adıyla andığı “Polonyum” elementini bulduklarını açıkladı. Ne var ki, sorun henüz tam çözülmüş değildi; çünkü polonyum çıkarıldıktan sonra geri kalan posanın çok daha güçlü olduğu görüldü. Süzme ve arındırma işi bitmemişti. Curie’lerin yılmadan, usanmadan sürdürdükleri çetin uğraş, sonunda hedefine ulaştı: Işınetkinliği yüksek
radyum elementi bulundu.

Radyum gerçekten bulunması yolunda verilen tüm emek ve zamana değen ilginç bir elementtir. Radyoaktifliği uranyumdan yaklaşık bir milyon kat daha fazladır.


Fotoğraf filmi üzerinde ışığa duyarlı maddeyi, film ışık geçirmez kâğıda sarılı olsa bile, kolayca etkiler. Havadaki gazların moleküllerini iyonize ederek gazların elektrik taşımasını sağlar; ayrıca, diğer bileşimlerle karıştırıldığında floresans üretme gücüne sahiptir. Radyum ışınları tohumların büyümesini önleyebilir;

bakterileri, dahası küçük hayvanları öldürebilir. Bu ışınların bugün

kanserin ve bazı deri hastalıklarının tedavisinde kullanıldığını biliyoruz. Radyumun bir özelliği de, enerji saldıkça kendini tüketmesi, basit

atomlara dönüşmesidir.

Sanayi çevrelerinden gelen ısrarlı taleplere karşın, buluşlarını satma yoluna gitmeyen Curie’ler, 1903’de fizikte

Nobel Ödülü’nü

Becquerel ile paylaştılar. Böylece uzun yıllar biriken araştırma masraf borçlarını ödeme olanağına kavuştular.

Pierre Curie


Sorbonne’a profesör olarak çağrıldı. İki çocuklu aile artık daha rahat ve mutlu bir yaşam içindedir. Ne yazık ki, aileyi, mutsuzluğa gömen bir trafik kazası bekliyordu: 1906’da


Pierre Curie bilimsel bir seminerden çıkıp evine yürürken atlı bir arabanın altında kaldı, kaza yerinde yaşamını yitirdi.

Dünyası bir anda kararan Marie kurtuluşu tekrar laboratuara dönmekte buldu. Her gece uykuya yatmadan o günkü çalışmasını yazdığı bir mektupla artık birlikte olmadığı kocasıyla paylaşmak istiyordu. Kimi çevrelerin karşı çıkmasına karşın, Fransa yerleşik normları bir yana iterek Marie Curie’ye kocasından boşalan kürsüyü önerdi. Öğretim göreviyle birlikte araştırma etkinliğini de sürdüren bayan profesör, radyumu yalın biçimiyle elde etmeyi başardı. 1911’de ikinci kez Nobel Ödülü’nü aldı.

1934’de öldüğünde, ünlü bilim kadınının yıllarca radyum ışınlarının etkisinde kalan iç organlarının nerdeyse tümüyle yıkım içinde olduğu görüldü. Keşfettiği radyum bir bakıma ondan öcünü almıştı.


marie curie adığı Ödüller;

1903 - Nobel Fizik Ödülü

1903 - İngiliz Kraliyet Birliğinden Davy madalyası

1903 - İngiliz Kraliyet Birliği’nden Davy madalyası

1911 - Nobel Kimya Ödülü

1921 - Bilime katkılarından ötürü, Amerika’nın kadınları adına, başkan Warren Harding’ten 1 gram radyum


Henri Becquerel hayatı


Henri Becquerel

Antoine Henri Becquerel, 15 Aralık 1852, akademisyenler ve bilim adamları, seçkin bir ailenin bir üyesi tarihinde Paris’te doğdu. Babası Alexander Edmond Becquerel, Uygulamalı Fizik Profesörü ve dedesi Antoine Cesar, metal ayıklamak için Royal Society üyeliğine ve elektrolitik bir yöntemin mucidi olmuştu, güneş radyasyonu ve fosforesans araştırma yapmıştı kendi cevherleri. O, 1874 yılında 1877 yılında Ingenieur olma ve Ingenieur-tr-şef 1894 yılında terfi olmak, daha sonra 1872 yılında hükümet departmanı Ponts-et-Chaussées’ye Politeknik girdi. 1888 yılında Docteur-Es-bilimleri derecesini elde etti. 1878 yılında o Conservatoire des Arts et Metiers Uygulamalı Fizik Başkanı babasından devralarak, Museum of Natural History Yardımcısı olarak randevu düzenlenen vardı. 1892 yılında Paris Museum of Natural History Bölümü Uygulamalı Fizik Profesörü olarak atandı. O, 1895 yılında Polytechnic’de Profesör oldu.

Becquerel ilk iş fosforesans olgusu ve ışık emilimini kristalleri (doktora tezi), ışığın uçak kutuplaşma ile ilgili idi. Ayrıca, karasal manyetizma konu üzerinde çalıştı. 1896 yılında, bir önceki doğal radyoaktivite olgusunun keşfi gölgede bırakılmıştı. Henri Poincaré, son zamanlarda, Röntgen (X-ışınları) tarafından keşfedildi ve vakum tüpü fosforesans bir tür tarafından eşlik etti radyasyon ile bir tartışma ardından, Becquerel, X-ışınları ve doğal arasında herhangi bir bağlantı olup olmadığını araştırmaya karar verdi fosforesans meydana. Babasının, ışığa maruz kalma fosforlanmak uranyum tuzları, bir tedarik miras kalmıştı. Tuzları opak kağıdı ile kaplı bir fotoğrafik plaka yakın yerleştirildi, plaka buğulanıyor olduğu ortaya çıktı. Bu olgu, tüm uranyum tuzları okudu ve uranyum atomunun bir özellik olduğu sonucuna varılmıştır yaygın olduğu tespit edildi. Daha sonra, Becquerel, uranyum, uzun bir süre için onların keşfeden adını, yaydığı ışınları, iyonize gazlar neden ve X-ışınları, elektrik veya manyetik alanlar tarafından bükülmesi olabilir farklı olduğunu gösterdi. Kendiliğinden radyoaktiflik Becquerel keşfiyle 1903 yılında Nobel Fizik Ödülü’nü yarısı verildi, diğer yarısı Becquerel radyasyon yaptıkları çalışmada Pierre ve Marie Curie verilmektedir.

Becquerel, onun bulguları esas Annales de Fizik et de Chimie ve Comptes Rendus de l’Academie des Sciences, birçok bildiri yayınladı.

1889 yılında Academie des Sciences de France üyesi seçildi ve bu vücudun Life Sekreteri olarak Berthelot geçti. O, diğerleri arasında da Accademia dei Lincei ve Berlin Kraliyet Akademisi üyesi oldu. 1900 yılında Legion of Honour Görevlisi yapıldı.

O Mlle evlendi. Janin, bir inşaat mühendisi kızı. Onlar bir oğlu Jean, b. 1878, dördüncü nesil Becquerel ailesinin bilim adamları aynı zamanda bir fizikçi oldu.

Antoine Henri Becquerel Le Croisic 25 Ağustos 1908 tarihinde öldü.

Oktay Sinanoğlu Kimdir Kısaca,

Oktay Sinanoğlu Hayatı hakkında bilgi verelim.
Oktay Sinanoğlu; Türk bilim adamı, henüz 28 yaşında iken profesör ünvanı almış, kuramsal kimya ve moneküler biyoloji alanlarına büyükkatkılar sağlamış olan bir isimdir.
Sinanoğlu; 1935 senesinde babasının asker olarak hizmette bulunduğu İtalya’da dünyaya gelmiştir. 2. Dünya savaşı zuhur ettiği 1939senelerinde ise Türkiye’ye gelmiş ve artık ülkelerinde yaşamaya başlamışlardır. Lise eğitimini, Ankara Yenişehir Lisesi’nde birincilikle tamamlamıştır.
Lisans eğitimini ise Kaliforniya Üniversitesi Berkeley Kimya Mühendisliği bölümünde tamamlamıştır. Üniversitesini de lise hayatı gibi birinciliği elde bırakmadan tamamlamıştır. Ayrıca Sinanoğlu okuduğu tüm okullara burslu kazanarak girmiştir. Lisans eğitiminin ardından Massachusetts Teknoloji Enstitüsünde yüksek kimya mühendisliğini 8 aylık bir süre zarfından tamamlamıştır.
Berkeley’de kimya doktorasını ise 1959 yılında yapmış ve ardından 1960 yılında Yale Üniversitesi’nde öğretim üyesi görevinde bulunmuştur. 1960-1961 yılları arasında ise atom ve moleküllerin çok-elektronlu kuramına katkılar sağlamış ve doçent unvanını kazanmıştır. 1963 yılında 50 senedir çözülemeyen bir matematik kuramını çözmüş ve 28 yaşında iken profesörlüğe adım atmıştır.
Alexander von Humboldt Bilim Ödülü’nü 1973 senesinde elde etmiş ilk bilim adamı olan Sinanoğlu, 1975 senesinde ise Japonya’nın yabancı bilim adamlarına takim ettiği Japan’s International Outstanding Scientist ödülünü kazanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Profesörlüğü ünvanını da alan Sinanoğlu için özel kanun çıkarılmış ve bu sayede 1980 senesinde Academy of Arts & Sciences üyesi olmuştur.
Oktay Sinanoğlu, moneküler biyoloji alanının ilk önderlerinden olup 1993 senesinde, Türkiye’ye dönüş yaparak 2002 senesine kadar olan müddette Yıldız Teknik Üniversitesi’nde, Kimya Bölümü’nde hizmet vermiştir. Ardından emekli olma arzusu taşımış ve arzusu yerine getirilmiştir.
a
Oktay Sinanoğlu Kitapları
2050′ye 5 Kala Dünyanın 105 Yıllık Tarihi, İlerisi için, Türkçe Giderse Türkiye Gider, Bye Bye Türkçe
Bir Nev-York Rüyası, Büyük Uyanış, Hedef Türkiye, Ne Yapmalı
Yeniden Diriliş ve Kurtuluş İçin Yeni Bilim Ufukları I,
Yeni Bilim Ufuklari 2
Yeni bir matematik kuramı ve onunla bazı fizik kimya ilkelerinin bulunması,
Yeni Bilim Ufukları 3
Hayatın Örgüsü Elli Yıllık Biyolojinin Temellerini Sarsan Sorular
Açıklamalı Fizik, Kimya, Matematik Ana Terimleri Sözlüğü



J.J. THOMSON
Elektronun Keşfi




Joseph John Thomson 1856´da Manchester yakınlarında orta sınıf bir kitapçı ve yayıncının oğlu olarak dünyaya geldi. Ailesinin beklentilerine uygun olarak özel bir gündüz okulunda eğitim gördü.
Babası oğlunun bir mühendis olarak yetişmesini istiyordu; onun için bir çıraklık ayarladı. Ancak boşbir yer için beklerken Thomson, 14 gibi dikkat çekecek kadar erken bir yaşta Owen Kolejinde okumaya başladı.

Babası kısa bir süre sonra öldü. Çıraklık primini karşılayacak para yoktu ailede. Neyse ki Thomson Owen Kolejinde öğrenimini sürdürebilmek üzere bir burs kazandı. Orada J.H. Poynting ve Sir Arthur Schuster gibi seçkin bilim adamlarının etkisine girdi. Schuster, iyonlaşma ve gazlardan elektrik geçirme konularında ilerleme kaydetmiş yetenekli bir deneyciydi.

1876´da Thomson Cambridge Trinity College´de matematik okumak üzere bir burs kazandı. Bir öğrenci olarak çok başarılı bir kariyere sahipti
1881´de Kolejin üyeliğine seçildi. İlk çalışmaları, elektriksel olguların çeşitli mekanik modellerinin uygulanabilirliğini göstermek amacıyla biçimsel tekniklerden yararlanan matematiksel çalışmalardı.

1884´te çok az pratik deneyimi olmasına karşın, beklenmedik bir biçimde Deneysel Fizik Cavendish Laboratuarına, profesör unvanıyla, Rayleigb´ın halefi olarak seçildi. Aynı yıl Royal Society üyeliğine kabul edildi. Alman ve İngiliz düşünce okulları arasında süregiden uzun tartışma çerçevesinde gaz akışı üzerine çalışmaya koyuldu.




Almanlar esir-dalga kuramından, İngilizler ise tanecik modelinden yanaydılar. Bu tartışma onu elinizdeki metinde aktaracağımız deneylere yöneltti. ....... Thomson 1890´da Rosa Paget´le evlendi. Biri oğlan, biri kız iki çocukları oldu. Oğlan büyüyecek ve kendi kendini ye tiştirerek önemli fizikçilerden G.P.Thomson olacaktı. Cavendish´teki hiikümranlığı boyunca kendisine verilen “J.J.” adıyla Thomson, yalnızca kendi deneysel araştırmalarıyla uğraşmakla kalmayıp, sorumluğunu üstlendiği bilim adamı grupları tarafından yürütülen sistematik araştırmaprogramlarına katkıda bulundu.

J.J.Thomson evinde

Bursları finanse edebilmek için düzenlenen lS51 Sergisinin gelirlerinden yararlanmak ve mezun öğrencilerin araştırma programlarına kabul edilmelerini düzenleyen üniversite kurallarını yumuşatmak, Thomson´a güçlü bir araştırma okulu kurma olanağı verdi.
Okul yalnızca konusunda ilerlemekle kalmıyor, aynı zamanda Britanya İmparatorluğunun bürokratlarını da yetiştiriyordu. Bilimin örgütlenmesi Thomson´u fazlasıyla ilgilendiriyordu. Bilimsel ve Endüstriyel Araştırmalar Bölümününfonlar komitesinde ve bir üye olarak bölümün İstişare Heyetinde sekiz yıl boyunca çalıştı. Yatırım konularında özel biryeteneği olduğu söylenir.
Kişiselolarak hali vaktinin yerinde olduğundan da şüphe edilemez. Thomson koyu bir dindardı ve kiliseye düzenli olarak devam ederdi. Thomson birçok açıdan İngiliz bilim hayatında Newtonkadar belirleyici oldu. 1906´da Nobel ödülünü kazandı.

1915´de 1920´ye kadar Birinci Dünya Savaşı boyunca etkinliklerini yöneterek Royal Society´e başkanlık etti. 1915´de Trinity College´in başına geçti. 1919´da yerini Ernest Rut herford´a bıraktı. Ancak aktif bilimsel çalışmasını sürdürdü. 1940´da öldü.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Yorumlarınız İçin Teşekkür Ederim

İletişim araçları