SAĞLIK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SAĞLIK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Nisan 2013 Cumartesi

YÜRÜYÜŞÜN 24 FAYDASI

YÜRÜYÜŞÜN 24 FAYDASI
             Her yürüyüş faydalı değildir. Faydalı olan yürüyüş tempolu olan ve en az yarım saatten sonraki devam ettirilen yürüyüştür. Yürüyüşün ilk yarım saati vücudun ısınması için gereklidir. Amacımıza hizmet eden ise ısınmadan sonra yapılan yürüyüştür.
 Düzenli olarak yürüyüş yapanlar kasların kuvvetlenmesinden, şişmanlık riskinin azalmasına, yaratıcı düşünce potansiyelinin artmasından, yaşlanma sürecini geciktirmeye kadar çeşitli kazanımlar elde ediyor. Faydalı yürüyüş için öncelikle bir program oluşturulması gerekir.
Programa başlarken, kısa ve uzun dönemli gerçekçi hedefler konması, yürüyüş malzemelerinin özenle seçilmesi, programın tembelleşmeden oluruna bırakılması gerekir. Buna göre:
1- Kilo vermek amacıyla naylon vb. gibi giysiler vücuda sarılmamalı.
2- 40 yaşın üstündekiler doktora görünmeden, yürüyüş programına başlamamalı.
3- Diyabet, hipertansiyon ve diğer sistematik hastalığı bulunanlar sık sık doktor kontrolünden geçmeli.
4- Ciddi bir yemek sonrası hızlı ve ağır yürüyüşler yapılmamalı.
5- Yürüyüş öncesi ve sonrasında susuz kalmamaya dikkat etmeli.
6- İnce tabanlı ve makosen ayakkabılar ile yürüyüş yapılmamalı.
7- Çok sıcak havalarda ve saatlerde yürüyüşten kaçınmalı.
8- Bir sıkıntı hissedildiğinde yürüyüşe inatla devam etmemeli.


      BEDENİ  KAZANIMLAR:
1- Yürüyüş, kan akımını ve kan damarlarının miktarını artırarak, dolaşımı iyileştirir, kalp-damar ve beynin damarsal hastalıkları riskini azaltır.
2- Kalp kası dâhil, vücut kaslarını kuvvetlendirerek, daha etkin çalışmalarını sağlar.
3- Her bir kasılmada kalbin pompaladığı kan miktarını artırarak, istirahattaki kalp atım sayısını (nabzı) azaltır.
4- Egzersiz ve stres durumunda arteriel kan basıncında (tansiyonda) oluşan yükselmeyi azaltır.
5-  Kan basıncını düzenler.
6- Kalp kasının yan damarlardan da beslenmesini destekler. Böylece kalbin ana damarlarında oluşacak tıkanıklıkların vereceği zararı azaltır.
7-  Şişmanlık riskini azaltır.
8-  Sindirimi kolaylaştırır.
9- Beyine oksijen sağlanmasını artırarak, zihinsel keskinlik ve yaratıcı düşünce potansiyelini yükseltir. 
10- Lenfatik dolaşıma yardımcı olur.
11- Egzersiz sırasında ve sonrasında metabolizmayı uyarır.
12- Solunumsal kapasiteyi ve aerobik gücü artırır.
13- Büyümeyi ve travma sonrası toparlanmayı olumlu etkiler.
14- Kan yağlarının (trigliserid) düzeyini düşürür.
15- HDL/LDL (iyi huylu-kötü huylu kolestrol) dengesini düzenler.
16- Koordinasyona olumlu etki yapar.
17- Eklem ve kasların esnekliğini artırarak, bel ve boyun ağrılarını hafifletir.
18-Kemiklerin sertleşmesini ve kuvvetlenmesini sağlar.
19-Dayanıklılığı artırır.
20-Yorgunluk duyumunu engeller.
21-Uykusuzluğu azaltır, rahatlamaya yardımcı olur.
22-Vücudun doğal keyif verici hormonu olan endorfinin salınımını artırır.
23-Yaşlanma sürecini geciktirerek, genç bir görünüm sağlar.
24-Moral, özgüven ve iyimserliği artırır.


19 Nisan 2013 Cuma

Vücudun Su İstemesinin 46 nedeni

COK YARARLI BILGI "USTELIK DE SUDAN UCUZ"

Suyun her zaman yararlı olduğunu biliyorduk da, şimdi onun, niçin

doğanın en basit, en etkili, en güvenli ve en "yan etkisiz" mucizevi ilacı olduğunu öğrenmek zamanı… Yeni ve sağlıklı bir yaşama başlamak, şu an ellerinizin arasında tutacağınız bir bardak suda…

Çünkü hayatımızın en vazgeçilmez ama bilinçli olarak, öneminin asla farkına varamadığımız birincil ögesi: Su!.. Su / Hasta Değil

Susuzsunuz adlı kitapta konuyla ilgili oldukça orijinal ve dikkate

alınması gereken tespitler var...

Yalnızca canımız istediği zaman su içeriz. Öte yandan, Ay'ın

milimetrik birtakım hareketlerinin dünyamızdaki suyu etkilediğini,

böylelikle denizlerin yükseldiğini ve alçaldığını coğrafya kitaplarından da biliriz.

Durum böyleyken, yani insan evladı da bu dünyanın malzemesinden oluştuğuna göre, vücudumuzdaki su seviyelerinin ne âlemde olduğunu aklımıza bile getirmeyiz. İçinde bulunduğumuz toplumun yeme içme alışkanlıklarının bir eseri olarak, edindiğimiz su içme alışkanlığı bütün hayatımıza egemen olur, örneğin acılı bir yemeğin üzerine iki bardak su içmek rahatlatır, yazın sıcaklarda canımız hep su ister, vesaire…

İranlı hekim Batmanghelidj, “Su / Hasta Değil Susuzsunuz” adlı kitabında hiç de böyle düşünmüyor. Tüm hastalıkların biricik

nedeninin, vücudun susuz kalması olgusuna dayandığını öne sürüyor.Bu öne sürüşünü "binlerce su deneyimi" ile de açıkça ortaya koyuyor.

Dr. Batmanghelidj, suyun bilumum hastalıklara iyi geldiğini, insanı

iyileştirdiğini "tesadüfen" hapishanede öğrenmiş. Peki, bir hekimin,

eğer cezaevi doktoru değilse orada işi nedir? Doktorumuz bir suçlu!

Suçu, Şah döneminde rejim karşıtı devrimci örgüt Halkın Mücahitleri' ne yardım ve yataklık yapmak. Mollalar iktidara geldikten sonra da doğal olarak tutuklanıyor ve İran'ın en ünlü işkencehanesi Evin Hapishanesi'ne atılıyor.

Malum, bilenler bilir (!) hapishaneler yeme-içme, sindirim-boşaltım koşulları açısından bir insanın, özgürlüğüne kavuştuktan sonra bile hayatının sonuna kadar kendini toparlayamayacağı, cezalandırma mekânlarıdır. Hal böyle olunca, alabildiğine maddi ve manevi işkence gören ve doğru dürüst beslenemeyen insanların ilk başına gelen midelerinin iflas etmesidir.

Bir gün koğuşta, hapisliklerden birisi inanılmaz mide sancılarıyla

kıvranmaya başlayınca, doktorumuz gayri ihtiyarı olaya müdahale

ediyor ve adamcağıza iki bardak su içiriveriyor. Çok geçmeden

sancıların dindiğini gözlemliyor. Bu olay, Dr. Batmanghelidj'in, suyun hastalıkların tedavisinde ne denli bir etkisi olduğunu ilk keşfettiği an oluyor.

Bundan sonra su çalışmalarını yoğunlaştıran yazarımız, 2,5

yıl içerisinde Evin'in tezgahından geçen yaklaşık 2 bin tutuklu ve

hükümlüyü birer iyileştiriyor, yalnızca suyla…

Derken, 2,5 yıl kadar sonra tahliye zamanı geldiğinde, hapishane

müdürüne ricada bulunuyor, "lütfen beni 1 yıl daha burada tutun, zira araştırmalarımın en önemli evresine girmiş bulunmaktayım ve bu kadar çok hastayı dünyanın hiçbir yerinde, bu koşullarda bulamam…"

Böylece, yazarımız 1 yıl daha "gönüllü hapislik" hayatını sürdürüyor, sonra da doğru Amerika'ya… Araştırma ve çalışmaları yıllarca sürüyor ve nihayet bu kitap ortaya çıkıyor.

Yazarımız, önsözünde şu anlamlı cümleleri kullanıyor: "Bu kitapta

okuyacaklarınız yeni bilgilerdir ve bunlar fizyoloji bilimine yeni

açıklamalar getirmektedir. Burada sözü edilen fizyoloji, ilaç

üreticilerinin kullandıkları bilim değil, vücuttaki canlı dokularla

organların doğal çalışmalarını tanımlayan bilim dalıdır. Bu kitap,

bazı önemli sağlık sorunlarıyla bu sorunlarının nedenlerinden ve

doğal yöntemlerle teda vilerinden söz etmektedir.

Bir sağlık sorununun nedeni ve tedavisi açığa çıktığında, hiç kimsenin anlayamadığı tıbbi terimlere gerek kalmaz. Burada okuyacaklarınız kapsamlı bir klinik ve bilimsel araştırmaya dayanmaktadır. Bu kitaptaki bilgilerini derleyebilmek için, 1950' de Londra'daki St. Mary Üniversite Hastanesi Tıp Fakültesi'nde başlayan tıp eğitimimden sonra 22 yıldan fazla araştırma yaptım, çalıştım ve yazdım.

"Bu kitapta, birçok ciddi hastalığın tedavi nedeni olan kronik gizli

dehidrasyonun (susuzluğun) fizyolojik etkisi ve metabolik

komplikasyonlarından söz edeceğim. Bugün, bunun çağdaş tıbbın en büyük gel işmesi olduğunu inananlar var."

Çağımızın bazı sağlık sorunlarından söz eden bu basit sunum, bütün

dünyada bilim ve mantığa dayalı tıbba geçiş için bir rehber olacaktır.

Elinizdeki kitap, toplumun ivedi çözüm isteyen sorunları için

yazılmıştır. Özellikle 15 milyon astımlı çocuğun ailesinin bu hastalığın nedenini ve çocukların yaşamlarını kurtarabilecek basit ve ucuz tedavi yöntemini öğrenmesi çok önemlidir."

***

Yazara göre vücudumuz tam 46 nedenle suya ihtiyaç duyuyor.

1- Hiçbir şey susuz yaşayamaz.

2- Göreceli su yetersizliği vücudun bazı fonksiyonlarını önce

bastırır, sonra öldürür.

3- Su temel enerji kaynağıdır, vücudun "nakit akımıdır."

4- Su vücudun her hücresinde elektriksel ve manyetik enerji üretir, bize yaşam gücü verir.

5- Hücre yapısındaki maddeleri birbirine bağlayan bir

yapıştırıcıdır.

6- DNA hasarını önler ve onarım mekanizmalarının daha iyi

çalışmasına yardımcı olur, böylece üretilen anormal DNA sayısı

azalır.

7- Bağışıklık sisteminin (bütün mekanizmalarının) merkezi olan

kemik iliğinde, bu sistemi kanser de dahil olmak üzere, çeşitli

hastalıklara karşı güçlendirir.

8- Bütün besinlerin, vitamin ve minerallerin temel çözücüsüdür.

Vücutta besinleri küçük parçalara ayırır, sindirimlerinde ve son

metobolik aşamalarında görev yapar.

9- Besinlere enerji verir ve parçalanan besinler sindirim sırasında bu enerjiyi vücuda aktarır. Susuz yenen yemeğin vücut için hiçbir enerji değeri yoktur.

10- Su, besinlerdeki gerekli ögelerin emilimini artırır.

11- Bütün ögelerin vücuda taşınmasına yardımcı olur.

12- Akciğerlerde oksijen toplayan kırmızı kan hücrelerinin çalışma

verimini artırır.

13- Hücreye ulaşan su, o hücreye oksijen verir ve atık gazları

vücuttan atılmaları için akciğerlere taşır.

14- Vücudun çeşitli bölgelerinden zehirli atıkları toplar ve atılmaların için karaciğer ya da böbreklere taşır.

15- Eklem boşluklarındaki temel yağlayıcı maddedir, artrit ve sırt

ağrılarının oluşumunun önlenmesinde yardımcı olur.

16- Omurgadaki diskleri "şok emici su yastıkları" na dönüştürür.

17- Bağırsakları en iyi çalıştıran yağlayıcı maddedir, kabızlığı önler.

18- Kalp krizi ve felce karşı koruyucudur.

19- Kalp ve beyin damarlarında pıhtılaşmayı önler.

20- Vücudun soğutma (terleme) ve ısıtma (elektrik) sistemleri için

vazgeçilmezdir.

21- Düşünme başta olmak üzere, bütün beyin fonksiyonları için bize

güç ve elektriksel enerji verir.

22- Serotonin ve diğer nörotransmitterlerin (sinir ileticileri) üretimi

için vazgeçilmezdir.

23- Melatonin de dahil olmak üzere, beyinde üretilen bütün

hormonların yapımı için gereklidir.

24- Çocuklarda ve yetişkinlerde dikkat yetersizliği sorununa çözüm

getirir.

25- Çalışma verimini artırır ve dikkat aralığını büyütür.

26- Su dünyadaki diğer bütün içeceklerden daha kolay bulunabilir ve hiçbir yan etkisi yoktur.

27- Stres, gerginlik ve depresyonun hafiflemesine yardımcı olur.

28- Uykuyu düzenler.

29- Yorgunluğun giderilmesine yardımcı olur ve bize gençliğin

enerjisini verir.

30- Cildi yumuşatır ve yaşlılık belirtilerinin azalmasına yardımcı

olur.

31- Gözlere canlılık ve parlaklık verir.

32- Glokomdan korunmamıza yardım eder.

33- Kemik iliğinde kan üretim sistemlerini düzenler, lösemi ve

lenfoma oluşumunun önlenmesine yardımcı olur.

34- Vücutta enfeksiyon ve kanser hücrelerinin geliştiği bölgelerde

bağışıklık sistemini güçlendirmek için çok gereklidir.

35- Kanı sulandırır ve dolaşım sırasında pıhtılaşmasını önler.

36- Kadınlarda, adet öncesi ağrıyı ve ateş başmasını hafifletir.

37- Kalp atışıyla birlikte kanı sulandırıp dalgalandırarak

dolaşımdaki katı maddelerin dibe çökmesini engeller.

38- İnsan vücudunda dehidrasyon sırasında kullanılabilecek bir su

deposu yoktur. Bu nedenle gün boyunca düzenli olarak su içmemiz

gerekir.

39- Dehidrasyon cinsellik hormonunun üretimine engel olur, bu

iktidarsızlık ve libido kaybının başlıca nedenlerinden biridir.

40- Su içtiğiniz zaman susuzluk ve açlık duygularını ayırt

edebilirsiniz.

41- Kilo vermenin en iyi yolu su içmektir. Düzenli aralıklarla su için

ve sıkı bir rejim yapmadan zayıflayın. Acıktığınız zaman aşırı

yememeli, ama susadığınızda suyunuzu içmelisiniz.

42- Dehidrasyon doku boşlukları, eklemler, böbrekler, karaciğer,

beyin ve deride zehirli çökeltilerin birikmesine yol açar. Su bunları

temizler.

43- Su, gebelikte sabah bulantılarını azaltır.

44- Zihin ve vücut fonksiyonlarını bütünleştirir. Kara verme ve

hedefleri belirleme yeteneğini artırır.

45- Yaşılıkta bellek kaybının önlenmesine yardımcı olur. Alzheimer,

multipl skleroz, Parkinson ve Lou Gehring hastalıklarının riskini

azaltır.

46- Kafein, alkol ve bazı ilaçlara duyulan bağımlılığın giderilmesine yardımcı olur.

Bu kitabı ilk okuduğundan bu yana artık "bol sulu bir yaşam süren"

kitap editörü de ısrarla bu kitabı tavsiye etmektedir: Çünkü,

vücudunuzu, yıllardır, bir "atık ilaç deposu" haline getirmekten bir an evvel kurtarmanız gerekiyor.

4 Mayıs 2010 Salı

Amniyon sıvısının fazla olması

Amniyon sıvısı nedir?

Karınızıdaki bebeğiniz tüm hamilelik süresince etrafı zar ile çevrili bir kese içinde gelişimini sürdürür. Bu kesenin adı amniyon kesesidir. Amniyon kesesinin içi amniyon sıvısı adı verilen bir sıvı ile doludur. Bu sıvı hamilelik ve bebeğin gelişimi açısından son derece önemlidir. Bebeği dış etkenlere karşı korumasının yanı sıra kas ve sinir sistemi başta olmak üzere pek çok organ sisteminin gelişiminde rol oynar. Sıvının miktarı değişken olmakla birlikte hamileliğinizin sonlarında genelde yarım litre kadar sıvı bebeği çevrelemektedir. Bu sıvı statik yani sabit bir sıvı olmayıp sürekli emilir ve yeniden yapılır. Amniyon sıvısının kaynağı temel olarak bebeğinizin akciğerleri ve böbrekleridir. Bebek bu sıvıyı yutar ve plasenta yardımıyla içeriği sizin dolaşımınıza geçer. Öte yandan bebeğinizin çıkardığı idrar amniyon sıvısının önemli bir kaynağıdır.

Hamilelerin %7'sinde amniyon sıvısının miktarında normalden sapmalar gözlenir. Çok az ya da çok fazla sıvı olması bazı problemlerin belirtisi ya da sonucu olabilir.

Polihidramniyos nedir?

Amniyon sıvısının normalden fazla olması hidramniyos ya da polihidramniyos olarak adlandırılır. Sıvının 2 litreden fazla olması patolojiktir. Literatürde 15 litre amniyon sıvısı bildirilen olgular vardır.



Polihidramniyos nedenleri nelerdir?
Polihidramniyos anne ya da bebeğe bağlı nedenler ile ortaya çıkabilir. Anneden kaynaklanan en önemli neden şeker hastalığı yani diabettir. Bebekten kaynaklanan nedenler ise:

Sıvı geçişini kısıtlayan sindirim sistemi tıkanıklıkları
Merkezi sinir sistemi kaynaklı yutma bozuklukları
Yutma bozukluğuna neden olabilen kromozom anomalileri
İkizden ikize transfüzyon sendromu
Bebekte kalp yetmezliği
Konjenital enfeksiyonlar
Çoğu durumda altta yatan bir neden bulunamaz.
Polihidramniyosun etkileri nelerdir?
Fazla miktarda olan sıvı rahminiizn fazla gerilmesine ve zarların erken açılması ile erken doğum eylemine neden olabilir. Polihidramniyos aynı zamanda bebekte bazı anomalilerle birlikte olabileceğinden önemlidir. Sıvı fazlaysa zarlar açıldığında suyun aniden boşalması plasentanın zamanından önce ayrılmasına neden olabilir ya da kordon sarkabilir. Bebeğin kordonunun vajinaya sarkması bebek açısından son derece tehlikeli bir durumdur.

Belirtileri nelerdir?

Amniyon sıvısı fazla olduğunda hiçbir belirti olmayabilir ancak anne adaylarının en sık karşılaştığı yakınmalar şunlardır:

Rahimin hızlı büyümesi
Karında rahatsızlık ve gerginlik
Rahimde kasılmalar
Bu yakınmalar polihidramniyos dışında diğer tıbbi durumlarda da ortaya çıkabileceğinden varlığı halinde mutlaka doktorunuzu haberdar etmelisiniz.

Tanısı nasıl konur?

Polihidramniyos tanısı ultrason incelemesi ile konur. Ultrason aynı zamanda polihidramniyos nedeni olabilecek anomalilerin tanısında da önemlidir.

Tedavi

Polihidramniyosun tedavisi doktorunuzun genel sağlık durumunuz, bebeğinizin durumu, olayın şiddeti ve sizin görüşünüzü bir arada değerlendirmesinden sonra belirlenir. Tedavide:

Yakın takip ve sık ultrason incelemeleri
Bebeğinizin idrar miktarını azaltmaya yönelik ilaç tedavileri
Amniyon sıvısını azaltmak için amniyosentez
Doğum yani hamileliğinizin sonlandırılması olabilir.
Tedavinin amacı anne adayını rahatlatmak ve gebeliği devam ettirmektir.

Amniyosentez: Bebeğin içinde bulunduğu sıvıdan örnek alınması

Amniyosentez nedir?


Bebeğiniz tüm hamileliğiniz süresince amniyon kesesi adı verilen bir kese içinde gelişimini sürdürür. Bu kesenin içi amniyon sıvısı adı verilen bir sıvı ile doludur. Amniyon sıvısı statik bir sıvı olmayıp sürekli emilim ve yapım halinde bulunur. Sıvının ana kaynağı bebeğin akciğerleri ve boşaltım sistemidir. Bu sıvı aynı zamanda bebekten dökülen hücreleri de içerir. Bu hücreler bebeğinizin tüm hücreleri ile aynı genetik yapıya sahip olduklarından incelenmeleri bebeğinizin genetik durumu hakkında bilgi verir.
Amniyosentez bebeğinizin içinde yüzdüğü amniyon sıvısından ince bir iğne yardımıyla örnek alınması demektir. En sık uygulanan anne karnında tanı yöntemlerinden birisidir. İlk kez 1882 yılında fazla olan amniyon sıvısının miktarını azaltmak için uygulanmıştır. Daha sonraları ise kan uyuşmazlığı olan çiftlerde bebeğin etkilenme derecesini saptamak için ya da erken doğum tehditi olgularında bebeğin akciğer olgunlaşmasının yeterli olup olmadığını değerlendirmek amacıyla kullanım alanı bulmuştur. Günümüzde ise başta bebekteki bazı doğum defektlerini ve genetik bozuklukları saptamak olmak üzere pek çok nedenle gebeliğin ikinci trimester'ında uygulanan bir testtir. Tıp alanında ve gebelik takibinde pek çok modern gelişme lmasına rağmen amniyosentez hala daha en yeterli bilgiyi sağlayan altın değerinde bir testtir.
Amniyosentezin en sık uygulanan prenatal test olduğunu belirtmiştik. Koriyonik villus örneklemesi (CVS) gibi diğer bazı testler ise doğumsal anomalilerin pek çoğunu saptamakla birlikte amniyosentez kadar etkili değillerdir. CVS gebeliğin daha erken döneminde yapılmakla birlikte amniyosenteze göre daha yüksek oranda düşük ve başka komplikasyon riskleri taşır. Bazı araştırmalar CVS sonrası çok düşük oranda el ve ayak parmaklarında doğum anomalilerine rastlanabildiğini ileri sürmektedirler.
Bebeklerin bir kısmı çeşitli anomaliler ile doğarlar. Bunlardan bazıları yaşam ile bağdaşmazken bazıları hayati olmamakla birlikte bireyin ve çevresinin hayat kalitesini olumsuz yönde etkileyebilir. Bu gruba en güzel örnek down sedromudur.
Amniyosentez ve diğer tüm prenatal testlerin (anne karnında teşhise yönelik testler) amacı özellikle tedavi olanağı olmayan genetik hastalıklar başta olmak üzere bu hastalıkları ve anomalileri mümkün olduğunca erken dönemde saptamak, anne baba adaylarına hastalık ve bebeğin dünyaya geldikten sonraki olası durumu hakkında bilgi vermek ve yine onların kararı ve onayıyla mümkün olduğunca erken dönemde gebeliğin sonlandırılmasını sağlamaktır. Bazı anne baba adayları Down sendromu gibi yaşam ile bağdaşan anomalilerin varlığında hamileliği devam ettirme yönünde karar verebilirler. Bu tamemen çiftlerin seçimi olup yasal ya da vicdani hiçbir zorlama mevcut değildir. Benzer şekilde amniyosentez yapılıp yapılmaması kararı da yine yalnizc çifte aittir. Doktorunuz sizi amniyosenteze zorlamaz, sadece önerir.
Amniyosentez kimlere önerilir?
Amniyosentez hem invazif bir girişim olduğu için hem de az da olsa düşük riski taşıdığı için rutin olarak her hamile kadına önerilmez. Kromozomal ya da genetik doğum defekti ya da bazı malformasyonlar açısından yüksek risk altında olduğu saptanan kadınlrda önerilen bir testtir. Genel olarak amniyosentez önerilmesi gereken durumlar şunlarıdır:
• İleri anne yaşı: Down sendromu başta olmak üzere bazı genetik hastalıkların görülme riski kadının yaşı ile paralel olarak artış göstermektedir. Eğer anne adayının yaşı beklenen doğum tarihinde 35 ya da daha fazla olacak ise amniyosentez yapılması önerilir. İleri anne yaşı en sık amnyosentez önerilen durumdur.
• Pozitif öykü: Daha önceki bir hamilelik genetik bir sorun nedeni ile sonlandırıldıysa ya da nöral tüp defekti, spina bifida gibi doğum defektli bir bebek öyküsü varsa sonraki hamileliklerde amniyosentez önerilir.
• Bilinen genetik hastalık varlığı: Anne ya da baba adayında, ya da yakın akrabalarında bilinen genetik bir hastalık varsa amniyosentez önerilir. Bazı metabolik hastalıklar kalıtsal geçiş gösterir. Anne ya da babada hastalık olmamasına karşın bunlar taşıyıcı olabilirler ve sorunu bebeklerine aktarabililirler. Her iki ebeveyneden de hastalıklı gen geldiğinde bebekte hastalık ortaya çıkar. Bu gibi duruların araştırılmasında amniyosentez yararlı olabilir. Akdeniz anemisi gibi hastalıklar ise bazı bölgelerde çok sık görülür. Bu gibi durumların varlığında da amniyosentez bebeğin hastalık taşıyıp taşımadığını anlamak için yararlı olabilir. Bir diğer konu da akraba evlilikleridir. Akraba evliliklerinde çiftin her ikisinin de taşıyıcı olma olasılıkları normal topluma göre daha yüksek olduğundan bbekte hastalık görülme riski yüksektir ve bu nedenle amniyosentez önerilebilir. Bu grup hastalarda amniyosentez şart değildir. Şart olan hamilelik öncesi ya da erken dönemde genetik danışmanlıktır. Genetik uzmanı sizden ve eşinizden detaylı bir öykü alarak risk oranınızı belirler ve amniyosenteze gerek olup olmadığına karar verir.
• Pozitif tarama testi: Günümüzde genetik hastalıklar ve anomaliler açısından yüksek risk taşıyan hamilelikleri saptamak amacıyla bazı testler her hamile kadında rutin olarak uygulanmaktadır. Bu testlerden en sık kullanılan üçlü tarama testidir. Tarama testleri adından da anlaşılabileceği gibi anomali varlığını belirtmez sadece yüksek risk altındaki kişileri işaret eder. Bu testlerin pozitifi çıkması durumunda kesin tanıya ulaşmak amacıyla amniyosentez önerilir.
• Ultrasonografide anomali saptanması: Hamilelik takibi sırasında yapılan rutin ultrason incelemelerinde anomali saptanması varlığında, anomali ile birlikte görülebilecek genetik bozukluk riskine göre amniyosentez önerilebilir.
• Akciğer gelişiminin değerlendirilmesi: Erken doğum riski olan, ya da hamileliğin devamının anne ya da bebek açısından risk oluşturduğu durumlarda amnyon sıvısından örnek alınarak lesitin/sfingomeyelin gibi bazı maddelere bakılarak akciğer olgunlaşmasının tamamlanıp tamamlanmadığında karar verilebilir. Yenidoğan yoğun bakım şartları günümüzde çok iyi düzeye gelmiştir. Ülkemizde de iyi merkezlerde 24-25 haftalık bebekler yaşatılabilmektedir. Bu nedenle akciğer gelişimi değerlendirmek amacıyla amniyosentez uygulaması artık eskisi kadar popüler değildir.
• Polihdramniyos: Amniyon sıvısının normalden fazla olması durumunda anne adayını rahatlatmak amacıyla amniyosentez yapılarak bir miktar sıvı alınabilir.
Amniyosentez ne zaman yapılır?
Bebeğin amniyon sıvısından örnek almak için en uygun zaman son adet tarihinden itibaren hamileliğin 16-18. haftaları arsıdır. Sonuçlar genelde 1-2 hafta içinde bazan daha geç çıktığından bu haftalarda yapılması idealdir. Son zamanlarda erken amniyosentez (15. haftdan önce) uygulansa da hem laboratuvar şartları hem de işlemden kaynaklanan risklerin yüksekliği nedeniyle pek tercih edilmemektedir. Bu uygulama henüz deneysel aşamadadır.
Amniyosentez nasıl yapılır?
Amniyosentez işlemi esnasında çok ince bir iğne ile bebeğin içinde yüzdüğü amniyon kesesine girilir ve sıvı çekilir. İşlemden önce detaylı bir ultrason incelemesi yapılarak bebeğin durumu ve pozisyonu değerlendirilir. Daha sonra amniyosentez için uygun bir alana karar verilerek hazırlıklara başlanır. İşlem sırasında iğnenin bebeğin plasentasından geçmeyeceği bebekten uzakta bir bir alan bulmak önemlidir.
İşlemden önce hamile kadın ultrason masasında sırtüstü uzanır. İğnenin girileceği alan antiseptik solüsyonlar ile temizlendikten sonra karın steril örtü ile örtülür. Bir doktor ultrason ile işlemi gerçekleştirecek olan doktora rehberlik eder. İşlem tek kişi ile yapılacak ise özel tasarlanmış ultrson guide'ları kullanılmalıdır. İşlemi yapacak olan kişi ultrason görüntüsü altında iğneyi karın üzerinden yerleştirir ve önce karın katlarını daha sonra rahim kasını geçerek amniyon kesesine girer. İğnenin ucunu ultrasonda gördükten sonra arkasına bir enjektör takarak yaklaşık 20 mililitre sıvı alır.Bu aşamada bebeğin tüm amniyon sıvısının miktarı yaklaşık 200-300 mililitredir. Alınan sıvının kanlı olmaması gerekir. Yeterli miktarda sıvı alındıktan sonra iğne tek bir hamlede çıkarılır ve işlem tamamlanmış olur. Alınan sıvıyı bebek 1-2 saat içinde yeniden üretir
Daha sonra ultrasonografi ile bebek ve kalp atımları yeniden değerlendirilir. Hasta 10-15 dakika dinlendirildikten sonra evine gönderilebilir. Alınan sıvı oda sıcaklığında muhafaza edilerek laboratuvara gönderilir. Tüm işlem 1-2 dakika kadar sürer.
Alınan sıvıda ne gibi işlemler yapılır?
Amniyon sıvısı bebeğe ait canlı hücreler içerir. Bu hücrelerin kaynağı bebeğin solunum , sindirim, boşaltım sistemi ve cildinden dökülen hücrelerdir. Alınan sıvı laboratuvarda ayrıştırıldıktan sonra hücreler kültür ortamınada çoğaltılır ve elde edilen hücrelerde genetik inceleme yapılır. Eğer amniyosentez bebeğin akciğer gelişimini değerlendirmek amacıyla yapılıyor ise laboratuvara gönderilmez. Değerlendirme aynı anda yapılabilr.
Sonuçlar ne zaman alınır?
Amniyosentez sonuçları iki aşamalı olarak değerlendirilebilir. İlk planda florasan teknik ile (FISH) hücrelerin genetik yapısı incelenir. FISH 2-3 gün içinde sonuçlanır fakat her zaman kesin sonuç vermeyebilir. Kesin sonuç için hücre kültürlerinin beklenmesi gerekir. Bu genelde 1-3 haftarasında zaman alır. FISH yöntemi her yerde uygulanmayan sadece belirli laboratuvarlarda uygulanan güncel bir yöntemdir.
Amniyosentez güvenli midir?
Her yıl dünyada milyonlarca kadında amniyosentez yapılmaktadır ve bu anne adaylarıın hepsinin zinhini kurcalayan temel soru budur. Ultrasonun yaygın olmadığı dönemlerde işlem körlemesine yapıldığından riskler daha yüksekti. 1976 yılında geniş kapsamlı bir araştıma sonucu Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüleri gebeliğin ikinci trimesterında yapılan amniyosentezin güvenli olduğu yönünde görüş bildirmiştir. Ancak tüm invazif girişimlerde olduğu gibi amniyosentezde de bazı riskler vardır. Bu riskler şunlardır:
• Düşük: Amniyosentez önerilen çiftleri en fazla endişelendiren konu olmakla birlikte amniyosenteze bağlı düşük riski son derece azdır. Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezinin verilerine göre amniyosenteze bağlı düşük riski 200-400 işlemde 1'dir. İşlemi yapan kişinin tecrübesi ile düşük riski arasında ilişki olduğu düşünülmektedir. Düşük riski erken amniyosentezde daha fazladır. 1998 yılında Kanada'da yapılan bir araştırmada erken amniyosentez sonrası düşük riski %2.6 olarak bulunmuştur. Bu oran ikinci trimestarda yapılan amniyosentezlerde %0.8'dir. Günümüzde kabul edilen görüş amniyosentezin düşük riskini sadece %1 oranında arttırdığıdır (%1 düşük riski taşır demek değildir).
• Enfeksiyon: Amniyosentez sonrası enfeksiyon görülme riski 1000'de birden daha azdır. Steril şartların sağlandığı durumlarda son derece nadir olarak görülür.
• Su gelmesi: Yaklaşık %1 olguda vajinadan az miktarda sıvı gelebilir. Sıvı kaçağının yeri iğnenin giriş deliğidir. Amniyon zarı 1-2 gün içinde kendini onarır ve sıvı kaçağı kaybolur.
• Su kesesinin açılması: Çok nadir karşılaşılır. Bu durumda gebeliğin sonlandırılası gerekir.
• Plasenta veya kordonun zedelenmesi : Nadir görülen bir komplikasyondur.
• Erken doğum eylemi: Nadir görülen bir komplikasyondur.
• İşlemin başarısız olması: Uygun bir giriş alanı bulunamadığında ya da amniyon zarı rahim duvarından ayrılıp içeri doğru bombeleştiğinde iğnenin kese içine girmesi mümkün olmyabilir. Bu gibi bir durumda işlem birkaç gün sonra tekrarlanır.
• Bebeğin zarar görmesi : İşlem ultrason altında yapıldığından son derece nadir olarak karşılaşılır. En sık olabilecek olan problem iğne batmasıdır. Bu durum bebekte kalıcı bir zarar yaratmaz.
• İşlemin tekrarlanması: Alınan sıvı miktar olarak yetersiz ise ya da çok kanlı ise birkaç hafta sonra işlemin tekrarlanması gerekebilir. Bazı durumlarda tek bir girişte kese içine ulaşılamaz. Birden fazla giriş yapıldığında tüm riskler artar.
İşlem için herhangi bir ön hazırlık gerekir mi?
Hayır. Amniyosentez öncesinde herhangi bir hazırlık yapmanız gerekmez. Bazı durumlarda mesanenizin dolu olması işlemi kolaylaştırabileceğinden doktorunuz su içmenizi önerebilir.
İşlem sırasında acı olur mu?
Hayır. Amniyosentez genelde ağrısız bir işlemdir ancak iğne rahim kasına girerken ve çıkarken adet sancısı tarzında kramplar olabilir. Bundan daha fazla bir rahatsızlık sık karşılaşılan bir durum değildir.Bu nedenle lokal aneztezi uygulanmaz.
İşlem sonrası nelere dikkat etmek gerekir?
Amniyosentez sonrası yatak istirahati ya da aktivite kısıtlaması gerekli değildir. 24 saat süre ile ağır fiziksel aktiviteden kaçınılması, 15 dakikadan daha uzun ayakta durulmaması önerilir.
Eğer kan grubunuz Rh (-), eşiniz de Rh(+) ise işlem sonrasında koruyucu iğne yapılması gerekir.
Çoğul gebeliklerde amniyosentez yapılabilir mi?
Evet. Çoğul gebelikler amniyosentez için kontraendikasyon oluşturmazlar. Eğer mümkün ise tek bir iğne girişi ile tüm bebeklerden ayrı ayrı sıvı almak idealdir. Bir bebeğin kesesine girilip sıvı alındıktan sonra kese içine indigokarmen adı verilen renkli bir sıvı verilir. Bu sıvının bebeğe herhangi bir zararı yoktur. Amaç sıvı alınan bebeği belirlemektir. Daha sonra ultrason eşliğinde diğer bebeğin kesesine girildiğinde eğer renkli sıvı gelir ise yanlış kesede olunduğu belli olur ve bu sayede aynı bebekten iki defa sıvı alınmasının önüne geçilebilir. Tek bir kese içinde bulunan monoamniyotik ikizlerde ise böyle bir şans yoktur.
Normal olarak bulunan bir sonuç bebeğin sağlıklı olacağını garanti eder mi?
Yüksek risk saptanan anne adaylarının %95'inde prenatal testlerin sonucu normal olarak bulunur. Ancak hiçbir perinatal test sağlklı bir bebek için %100 garanti veremez çünkü bazı anomaliler doğumdan önce hiçbir şekilde saptanamaz. Bebeklerin %3-4'ü anomalili olarak doğarlar.
Amniyosentezin kromozomal anomalileri saptamadaki başarısı %99.4 ile %100 arasında değişir.
Amniyosentez ile saptanan anomaliler tedavi edilebilir mi?
Günümüzde pekçok defekt doğum öncesi saptanabilmekte ancak çok azı tedavi edilebilmektedir. Down sendromu gibi genetik hastalıkların tedavisi ne yazık ki mümkün değildir.
Amniyosentez sonrası doktorunuzu aramanız gereken acil durumlar:
Eğer
• Kasılmalarınız ya da şiddetli kramplarınız olursa
• Vajinal kanamanız olursa
• Vajinal sıvı kaçağı fazla miktarda olur ya da 1-2 günden uzun sürerse
• Ateşiniz 37.5 derecenin üzerine çıkarsa
• Kötü kokulu bir akıntınız olursa
zaman kaybetmeden doktorunuzu aramalısınız

30 Mart 2010 Salı

Manyetik Rezonans tomoğrafi ve Endaskobi



Manyetik rezonans (MR) görüntüleme, zararlı Röntgen ışınları içermeyen, çok güçlü bir mıknatıs alanı içinde radyo dalgaları ile vücuttaki Hidrojen atomunun titreşimini sağlayarak vücut kesimlerinin incelenmesini sağlayan bir tekniktir. Bu amaçla yalıtılmış odalar içerinde, hasta çok güçlü ve tünel şeklindeki bir mıknatıs içerisinde masada yatar ve hareketsiz kalır. MR tetkiki boyunca hareket etmeden, sakin nefes alıp vererek yatmanız gerekir. Bazı incelemelerde kısa süreli nefes tutmanız istenebilir.

Mıknatısın gücü yeryüzünde maruz kaldığımız manyetik gücün en az 10.000 katıdır. İşte bu nedenle MR odasına girerken üzerinizdeki tüm çıkabilen metaller (kemer, saç tokası, takılar, bozuk para, anahtar, diş protezi) dışarıda bırakılır. Mıknatıs alanı kredi kartı, CD, teyp bandı gibi manyetik kartları da bozarak kullanılmaz hale getirir. Radyo dalgaları sadece inceleme yapılırken ortamda bulunur. Cihaz inceleme anında mıknatıs alanının şiddetini ve yönünü değiştiren karmaşık mekanik sistemleri nedeniyle çok gürültü oluşturur. Özellikle çalışma esnasında kalp pilini bozar, bu nedenle kalp pili taşıyan hastalar kesinlikle MR tetkikine alınmazlar. Vücutta bulunan protez adını verdiğimiz materyaller eğer demir yada çelik içeriyorsa (bu tip malzemelere MR uyumsuz diyoruz), bulundukları bölgeleri incelemek ve görüntülemek mümkün olmaz. Örneğin MR uyumsuz kalça protezi olan bir hastada rektum, prostat ya da rahimin görüntülenmesi mümkün olmayabilir. Protezi olan hastaya MR nin zararı yoktur ancak o bölgeden görüntüleme yapılamaz. MR nin bilinen ve ispatlanmış bir zararlı etkisi yoktur. Bilgisayarlı tomografiden farkı inceleme süresinin uzun oluşu ve inceleme sırasında hafif derecede gürültülerin yer almasıdır. İnceleme sırasında hastalıklı bölge ve normal oluşumların daha iyi değerlendirilmesi açısından damar yolu ile az miktarda ilaç verilmesi gerekebilir. Manyetik rezonans görüntüleme özellikle yumuşak dokuların değerlendirilmesinde en yüksek çözünürlüğe sahip yöntemdir. Dokuların su içeriklerine bağlı olarak farklı diziler ile istenilen bölge hakkında bilgi elde edilebilir.


MR dokunun çok farklı kimyasal ve fiziksel özelliklerini inceleyebileceğinden tetkik süreleri uzundur (20-30 dakika). Bazen hasta dokuyu sağlıklıdan ayırt edebilmek amacıyla lavman yoluyla makattan veya damardan MR ye özel ilaçlar verilebilir.
Rektum ve prostat incelemelerinde daha ayrıntılı görüntü oluşturmak amacıyla anusten sokularak rektuma özel bir anten yerleştirilebilir. Ancak teknolojik gelişmeler ile sadece karın üzerine yerleştirilen özel antenler ile de benzer kalitede inceleme yapılabilmektedir. Özellikle kalın barsak tümörlerinde MR, kolonoskopi ile görülen tümörlerin barsak duvarı ve etrafındaki dokulara olan yayılımını belirlemek amacıyla kullanılır. İnce dilimler olarak tanımlanabilecek kesitler ile her düzlemde farklı görüntüler alarak kitlelerin yaygınlığını belirlemek ve tedaviyi planlamak amacıyla kullanılır.
Endoskopi
Vücut içindeki organların optik bir alet ile Günümüzde çok gelişmiş olan endoskopik incelenmesi yöntemine endoskopi denir, aletlerle hem iç organlar gözlenmekte hem de bazı ufak operasyonlar yapılabilmekte¬dir. Muayenesi yapılan organlara göre endoskopik aletlere de çeşitli isimler veril¬mektedir.Uretradan sokularak idrar ke¬sesini inceleyen alete sistoskop, rektum¬dan sokularak kalınbarsağın son bölümle¬rini incelemeye yarayan alete proktoskop, ağızdan sokularak bronşları incelemeye yarayan alete bronkoskop, gırtlağı görmeye yarayan alete laringoskop, burun içini görmeye yarayan alete rhinoskop, kulak bakmaya yarayan alete otoskop, vaginadan rahim ağzını büyüterek görmeye yarayan alete kolposkop denmektedir. Ani solunum yolu tıkanmalarında trakeostomi sonrasında endotrakeal tüp kullanı¬labilir.

29 Mart 2010 Pazartesi

Çikolatanın Yararları...

Çikolatanın sağlığımıza yararı

Tadına doyum olmaz, bu sebeple de yemekten asla vazgeçmeyiz. Ama hep bir sıkıntı duyarız. Çünkü bize, 'Çikolata sağlığa zararlıdır' diye öğretmişlerdir. Oysa bilim adamlarının yaptığı son araştırmalar, tam tersi sonuçları ortaya koyuyor. Çikolata neredeyse her derde deva. Beyni rahatlatıp gevşetiyor, mutluluk veriyor. Kanseri, kalp krizini veya beyin kanamasını önlüyor. Ömrü uzatıyor. İnanması zor ama, dişleri de çürütmüyor, tam tersi çürümesini bile önleyebiliyor.

İngiltere'de Middlesex Üniversitesi'nde nöropsikolog olan Dr. Neil Martin'in yaptığı araştırmanın sonuçları, çikolatanın kokusunun bile insanı baştan çıkarttığını gösteriyor. Çikolata, beyni rahatlatıp gevşetiyor, mutluluk veriyor. Çikolata, beynin, 'Endorfin' salgılamasına sebep oluyor. Bu salgı, mutluluk duygusu duymamızı sağlıyor.

Dr. Neil Martin, bir çikolatanın, adı bile bilinmeyen bazı önemli kimyasal maddeler içerdiğini vurgulayarak, "Çikolatayı koklamak bile insanı rahatlatır" diyor. Dr. Martin, yaptıkları deneyler sonucu, hiçbir kokunun, insanı çikolata kokusu kadar etkilemediğini tespit ettiklerini de bildiriyor.

Son araştırmalar, çikolatanın farklı bir özelliğini daha ortaya çıkarttı. ABD Kaliforniya Üniversitesi'nin yaptığı araştırmaya göre, çikolata kalp krizi veya beyin kanamasını önlüyor. Üniversite doktorları, çikolatadan başka meyve ve sebzelerde de bulunan 'Procyanidin' maddesinin, koroner kalp rahatsızlıklarına karşı koruyucu bir görevi olduğunu belirtiyor.

Araştırma için, 10 sağlıklı deneğe değişik zamanlarda, içinde hem yüksek hem de düşük oranda 'Procyanidin' bulunan birkaç türde çikolatalar yedirildi. Çikolatayı yedikten iki saat sonra deneklerin metabolizmalarında yapılan araştırmalar, 'Procyanidin' maddesinin 20 kattan daha fazla olduğunu ortaya çıkardı.

Araştırma, çikolatayı yiyen kişilerin kanlarında 'serum leukotriene' maddesinde ciddi düşük olduğunu da gösteriyor. Böylece kanda bulunan plaketler yapışarak kan pıhtılaşmasını da önlüyor.

Ayrıca, kakaonun içinde bulunan ve bir çeşit doymamış yağ olan 'stearic asit', vücuda girince, 'oleic asite' dönüşüyor. Bu yağ türü de kalbe çok faydalı.

Antioksidan özellik

Bilim adamlarına göre, çikolatada bulunan ve 'Catechin' adıyla bilinen antioksidanlar, kansere ve kalp hastalıklarına karşı korunmayı sağlıyor. Antioksidan maddeler aynı zamanda da çayda da bulunuyor. Ulusal Halk ve Çevre Sağlığı Enstitüsü tarafından yapılan ve Avrupa Birliği tarafından desteklenen araştırmalarda, bu maddenin çikolatada çayınkinden dört kat daha fazla olduğu, en fazla da siyah çikolatada bulunduğu kaydediliyor.

Harvard Üniversitesi'nde 8 bin erkek üzerinde yapılan araştırma, çikolatanın ömrü uzattığını da ortaya koydu. Çikolata yiyenlerin ömürlerinin en az bir yıl uzadığını belirten uzmanlar, bunu içindeki antioksidan maddelere bağlıyor.

Çikolata aynı zamanda çok besleyici. İçinde büyük oranlarda magnezyum, demir ve kalsiyum var. Küçük bir parça çikolata, almamız gereken bu maddelerin en az 5'te birini içeriyor.

'Çikolatanın dişleri çürüttüğü' peşin hükmü vardır. Oysa araştırmalar tam tersini gösteriyor. Kakao içinde bulunan bir bileşim, diş çürümesini engelliyor. Kakao içindeki bu bileşim dişi kaplıyor ve dışarıdan gelecek bakterileri engelliyor.

Japon araştırmacılar, çikolatanın diş çürümelerini engelleyebileceği ve dişte oyukların açılmasının önüne geçilebileceğini savunuyor. New Scientist dergisinde yayınlanan araştırmada, çikolata karışımının ana maddesi olan kakao tohumunun bazı kısımlarının ağızdaki bakterilerle mücadele ettiği bildirildi.

Japonya'nın Osaka Üniversitesi'nden Takashi Ooshima ve araştırma ekibi, (çikolata üretiminde genellikle kullanılmayan) kakao tohumu kabuğunun (CBH) güçlü bir anti-bakteriyel kaynak olduğunu ortaya çıkardı. Ooshima, 'Gargara ve diş macunlarında CBH özünü kullanmanın mümkün olabileceğini ifade ederken, bu tohum kabuğunun, çikolatanın dişler için faydalı hale getirilmesine yönelik kullanılabileceğini kaydetti.

Japon araştırmacılar, sularına CBH eklenen kobay farelerin dişlerinin daha sağlıklı olduğunu vurgulayarak, elde ettikleri bulguları insan dişinde denemeyi planladıklarını bildirdi.

Malzemeler:

4 yumurta
1 su bardağı toz şeker
yarım su bardağı sıvıyağ
yarım su bardağı süt
yarım veya bir su bardağı hindistan cevizi
2-2,5 su bardağı un
yarım veya bir su bardağı damla çikolata
1 paket kabartma tozu

Hazırlanması:

kek kalıbınızı yağlayın.
yumurtaları mikserle çırpın. toz şekeri ekleyip çırpmaya devam edin.
devamlı çırparak sırasıyla sıvıyağı, sütü, hindistan cevizini ve 2 su bardağı unu ekleyin. un az geldiyse azar azar ilave edin.
fırını 175C'ye getirin.
damla çikolataları iyice unlayarak karışıma ekleyin. en son kabartma tozunu ekleyip düşük hızda çok az karıştırın. kalıba döküp ısınmış fırında içi pişene kadar -yaklaşık 40-45 dakika- pişirin.

28 Mart 2010 Pazar

Yaşam boyu sağlıklı dişler!


Sağlıklı dişler için uyumadan önce dişlerin fırçalanması ve yatıncaya kadar başka hiçbir şey yenilmemesi büyük önem taşıyor.

Diş Dostu Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Oktay doğal dişlerin uzun süre dayanmasında ağız ve diş bakımının öneminin çok büyük olduğunu belirtti.

Diş ve diş eti hastalıklarının Türkiye'de ve dünyada en önemli sağlık sorunları arasında olduğunu ifade eden Dülger, ancak hayatı doğrudan tehdit etmediği için bu konuya gereken önemin verilmediğini söyledi.

Diş bakımının yapılması halinde 70-80 yaşında bile bir elmayı ısırarak yemenin mümkün olduğunu belirten Dülger, şöyle konuştu:

"Sıklıkla (diş bakımı yapmak için günün en önemli saati ne zamandır?) şeklinde bir soruyla karşılaşıyoruz. Uykudan önce dişlerin fırçalanması çok önemlidir. Ağız ve diş bakımının ardından yatıncaya dek başka hiçbir şey yenilmemesi de aynı şekilde önem taşır. Gece uykuda yutkunma sayısı ve tükürük salgısı azalır. Fizyolojik doğal temizlik de ortadan kalkar.

Özellikle ağzı açık uyunması ile tükürüğün koruyucu etkisi tamamen ortadan kalkar. Hem diş hem diş eti hastalıkları hızla yayılır. Bunu engellemek için de çeşitli ağız kuruluğu ürünleri mevcuttur. Bunlar diş macunu, ağız gargarası ve jeli şeklindeki ürünlerdir.

Burnunda deviasyon veya sinüzit nedeniyle tıkanması olanlar, ağız kuruluğunu daha yoğun yaşadıklarından, bu kişilerde diş eti hastalıkları daha fazla görülür. Bununla birlikte diş çürükleri artar. Yine şeker hastalarında da uyku sırasında bu risk artar."

Gece en ideal diş bakımının 3 dakikada yapılabileceğini belirten Dülger, 2 dakika süren diş fırçalamanın ardından 1 dakika süreyle diş ipi kullanarak dişlerin arasının temizlemesinin genellikle yeterli olduğunu sözlerine ekledi.


Beslenmenize göre diş bakımı

Sağlıklı dişler için günde üç defa diş fırçalamak her zaman yeterli değil. Bunun dışında ekstra bakım gerektiren durumlar da bulunuyor.


Çikolata, cips, bisküvi, gofret, mısır, simit, kek gibi atıştırmaya yönelik gıdaların çürük oluşumunu artırdığı ve bu tür gıdalar tüketildikten sonra ekstra ağız ve diş bakımı yapılması gerektiği bildirildi.

Diş Dostu Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Diş Hekimi Oktay Dülger, diş çürüğünün, doğru beslenme, doğru diş fırçalama ve düzenli diş hekimi kontrolüyle önlenebilen bir hastalık olduğunu söyledi.

Uzmanlar tarafından yapılan araştırmaların yalnızca günde üç defa diş fırçalamanın, diş çürüklerini önlemede yeterli olmadığını gösterdiğini ifade eden Dülger, sağlıklı dişler için ekstra bakım gerektiren durumlar bulunduğunu belirtti.

Öğünler arasında yenilen şekerli ve nişastalı gıdaların diş ve dişeti hastalıklarına yol açtığını belirten Dülger, şöyle devam etti:

"Çikolata, cips, bisküvi, gofret, mısır, simit, kek gibi atıştırmaya yönelik tüm gıdalar, çürük oluşumunu artırıyor. Bunları tükettikten sonra ekstra ağız ve diş bakımı yapılmalı. Nişasta ağız içinde şeker haline gelir, şeker ise diş yüzeylerinde çürük yapan asite dönüşerek diş dokularını eritir. 15 dakikada gözle görülür şekilde çürük oluşabiliyor.

Nişastalı, şekerli gıdalardan hayat boyu uzak durmak mümkün değil. Bu nedenle diş bakımını yeme düzenine göre yapmalıyız. İsviçre, çikolatanın en fazla tüketildiği ülkelerden biri olmasına rağmen, koruyucu diş hekimliğinde gelişmiş bir ülke olması nedeniyle diş çürüğü oranının da oldukça düşük olduğu bir ülkedir."

Dülger, diş fırçalamanın yanı sıra diş ipi, dil fırçası, ağız gargarası ve ağız duşunun da diş sağlığı için olmazsa olmazlar arasında yer aldığı vurguladı.

Oktay Dülger, en az altı ayda bir diş hekimi kontrolünün şart olduğunu söyledi.

İnsan Beyninin sıRLaRı ,,,


Her ne kadar beyin acı sinyallerini vücuda yaysa da kendisi acıyı hissetmez.
Beynimizin gün boyunca daha aktif olduğunu düşünsek de, aslında beynimiz biz uyurken daha fazla çalışır.
Daha yüksek bir IQ. seviyesi, daha fazla rüya görmek demektir.

Beyin toplam vücut ağırlığımızın %2'sini oluştursa da, vücudumuzun ihtiyacı olan kalori ve oksijenin %20'sine ihtiyaç duyar.
Beynimizin çalışması için 10 watt'lık bir enerjiye ihtiyacı vardır.
Beynin şekli ergenlik çağında değişir.

Beyin bilgileri farklı hızlarda işler. Beynimizdeki nöronlar farklı yapılandığı için bazı bilgiler çabuk hatırlanır, bazıları ise daha geç.
İkiziniz olmadığı sürece vücut kokunuz sadece size özeldir ve benzeri yoktur. Bebekler bu nedenle annelerinin kokularını diğerlerinden ayırt edebilirler.

Kadınların koku alma duyuları erkeklerden daha gelişmiştir.
Burnunuz 50,000 farklı kokuyu tanıyabilir.
Aşırı yemek yediğinizde işitme kaybı olur.

Dişleriniz daha siz doğmadan gelişmeye başlar. Doğduktan aylar sonra dişler görünse de aslında doğmadan 6 ay önce gelişmeye başlarlar.
Bebekler yavru öküzlerden daha güçlüdürler, tabi vücut ölçülerine bakıldığında.

Bütün bebekler mavi gözlü doğarlar. Bebeklerin gerçek göz rengi melanin ve ultraviyole ışıklara maruz kalma sonucunda açığa çıkar.O zaman kadar bütün bebekler mavi gözlüdür.

Çoğu erkek uyurken düzenli olarak ereksiyon yaşar. Erkekler uyurken farkında olmasalar bile her 1-1,5 saatte bir erekte olurlar.
Seks bir ağrı kesici olabilir. Bu gerçekle birlikte çoğu kadının seksten kaçmak için uydurduğu baş ağrısı mazereti de ortadan kalkmış oluyor. Bilim adamlarına göre seksteki birleşme ağrıları kesip stresi de azaltıyor.
Sağlıklı kulaklar için kulak kiri gereklidir.

Ayaklar bir günde yarım litre ter üretebilir. Ayaklarınızda 500 bin(her birinde 250 bin) ter bezi bulunmaktadır. Bu da ne kadar ter ürettiğini tahmin etmenize yardımcı olabilir.
Bir hapşırık yaklaşık 44,704 m/s hıza ulaşır.
Öksürük ise 26,8224 m/s hızdadır.

Kemikler yeterince kalsiyum alınmazsa kendi kendini yok edebilir.
Vücudunuzdaki kemiklerin 1/4'i ayaklarınızdadir. Her bir ayakta 26 kemik vardır yani iki ayağınızda bulunan 52 kemik vücudunuzdaki 206 kemiğin %25idir.

Bilimadamları tam olarak sayısını saptayamamıştır fakat, suratınızı asmak gülmekten daha fazla kası harekete geçirir.
Yaşamınız boyunca ürettiğiniz tükürük iki yüzme havuzunu doldurabilir.
Bir adım attığınızda 200 kasınızı kullanırsınız.
Vücudunuzdaki en güçlü kas dilinizdir.
Kemik çelikten daha güçlü olabilir.
Sağ eli kullanmak ömrünüzü uzatabilir. Sağ elini kullananlar solaklara göre 9 yıl daha uzun yaşar.
Sadece insanlar duygusal gözyaşı dökerler, hayvanlar ise fiziksel acı hissettiklerinde.

İdrar keseniz yaklaşık bir beyzbol topu büyüklüğündedir ve tamamen dolu olduğunda oldukça belirgin hale gelebilir.
Adrenalin size süper güç sağlar, bazı durumlarda vücudunuz adrenalin salgıladığında bir arabayı bile kaldırabilirsiniz.

İletişim araçları