28 Mayıs 2010 Cuma

Batı’nın İstediği İslam Modeli


Batı Hıristiyan âleminin İslam aleyhdarlığı geçmişte olduğu gibi bugün de bütün hızı ile devam ediyor. Asırlardır, kılıç ve silah gücü ile yıkamadıkları İslamiyeti şimdi içeriden yok etme peşindeler. Bir dinin içeriden nasıl yıkılacağında hayli de tecrübeleri var zaten. Gerçek Hıristiyanlığın, işlerine gelmeyen kurallarını dinde “Reform” yaparak ortadan kaldırdılar. Böylece herkes istediği gibi dini yorumlayarak, dinin kurallarından kendilerini sıyırdılar. Dini yalnızca ahlaki bir sistem haline getirdiler. İzafi bir kavram olan ahlakı da kendilerine göre yorumlayarak, her türlü ahlaksızlıklarına birer kılıf buldular.

Şimdi de, aynı taktik ile İslamda “Reform” yapmak istiyorlar. Buna da, 3 asırdır İslam aleyhdarlığında lokomotif görevini üstlenen İngilizler öncülük yapıyor. Geçenlerde, Diyanet’in hadis-i şeriflerle ilgili çalışmasını İngiliz basınının büyük bir zevkle ve heyecanla vermesi bunu gösteriyor. Nasıl bir İslam istediklerini bakınız nasıl ifade ediyorlar:

“Türkiye İslam’ı yeniden yorumluyor…Diyanet’in hazırladığı bu yeni anlayış İslam’ın modernleşmesi için devrim niteliğinde bir girişim niteliği taşıyor. Chatham House adlı düşünce kuruluşundan Fadi Hakura’ya göre bu Hıristiyanların Reform hareketine benzeyen bir girişim.” (BBC)

“Hadislerin yeniden yorumlanması çalışması “devrim niteliğinde” bir çaba… NATO’nun tek Müslüman üyesi olan ve küresel terörizmle savaşın önemli bir ortağı durumunda bulunan Türkiye’de hadislerin günümüze uyarlanması, İslami radikalizmle mücadeleyi amaçlayan planın bir parçası olabilir.” (The Daily Telegraph)

“Türkiye’deki dini yetkililer, Muhammed Peygamber’in yaptıkları ve söylediklerinin yeniden yorumlanması çalışmasını tamamlamaya yakınlar. Projenin amacı, İslam hukukundaki diğer unsurların yanı sıra, kadınlarla ile ilgili hadisleri yeniden yorumlamak. Çağa uygun hale getirmek.” (Financial Times)

“Türkiye 21’inci yüzyılın İslam yorumunu arıyor… Diyanet’in çalışmasında İslam hukukunun temellerinin yeniden yazılması ve Kuran-ı Kerim’in modern çağa göre yeniden yorumlanması hedefleniyor. İslam inancının Batı değerleriyle bağdaştırılması da hedefler arasında. Son derece iddialı ve kapsamlı bir çalışma olan bu İslami reform projesi yıllar alabilir.” (The Guardian)

Görüldüğü gibi İngiliz basının tek istediği dinde reform… Çağımıza uygun İslam adı ile, dinin asli kaynağı olan Kur’anı kerimin ve Hadis-i şeriflerin yeniden yorumlanarak; kuralları, emir ve yasağı, haramı helalı olmayan, tamamen ahlaki, felsefi esasları dayalı, ismi İslam fakat gerçek İslam ile ilgisi olmayan, Batı standartlarına uygun, Hıristiyan patentli bir İslam modeli ortaya çıkamak.

The Guardian’nın yazdığı gibi bunda aceleleri de yok. Bu konuda sabırlı millettirler. 1750’li yırlarda, Müslümanların kafasını karıştırmak, birbirine düşürmek ve bu arada Arabistan’da “Vehhabiliği” kurmak maksadıyla İslam ülkelerine gönderdikleri binlerce casuslardan biri olan Hempher hatıralarında aceleci olmadıklarını, nihai hedeflerini bakınız nasıl anlatıyor:

Çalışmalarımdan gözle görülür bir netice alamayınca, ümitsizliğe düştüm. Görevi bırakmak istediğimde, Müstemlekeler Bakanı bana şunları söyledi: Sen bu işlerin, birkaç senelik çalışma ile neticeleneceğini mi zannediyorsun? Bırak birkaç seneyi, bu ektiğimiz tohumların meyvelerini, belki de senin, benim torunlarımız bile göremeyecek. Bu tohumların meyvelerini en az yüz senede, belki de 150-200 senede ancak alabileceğiz. Çünkü, bugüne kadar İslâmiyeti ayakta tutan, din bilgileri ve onların kitapları olmuştur. Bunları yok etmedikçe onların dinlerini bozmak mümkün değildir. Bunun için, fıkıh kitaplarını, mezhepleri hissettirmeden kötüleyeceğiz. Bir müddet sonra da, peygamber sözleri (hadis-i şerifler) hakkında, “uydurmaydı, değildi” diyerek şüpheye düşüreceğiz. Ayetleri istediğimiz gibi yorumlatacağız… Bir kültürü, hele asırların birikimi olan din kültürünü yıkmak, kısa zamanda olacak şey değildir. (İngiliz Casusunun İtirafları)

Günümüzde İslam ülkelerinde; mezhepler, fıkıh, ilmihal kitapları artık senet, vesika kabul edilmediğine, herkes âyette, hadiste yeri var mı diye sorduğuna göre, herhalde şimdi meyveleri toplama zamanının geldiğine inanıyorlar.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Gençliğe Hitabenin Anlamı

Gençliğe Hitabeyi yorumlayacak olursak; ilk cümlesiyle Türk Gençliğinin ilk sorumluluğunun bağımsızlığımızı ve cumhuriyetimizi korumak ve savunmak olduğunu Büyük Atatürk vurgulamaktadır. Bu gerçekten de en doğru ve keskin ifadelerden birisidir. Türk Milleti tarihinden bugüne her zaman hür ve bağımsız yaşamıştır. Bundan sonra da yaşayabilmesi de bu en önemli özelliğini korumasıyla mümkün olacaktır. En büyük Türk Mustafa Kemalin “Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir” sözü de Türk Milletinin bir ferdi olarak Atatürkümüzün de bu hürriyet mevzusunu ne kadar içselleştirdiğini gösterir. Aynı şekilde bağımsızlığımızın bir ifadesi, şekillenmesi manasına gelen Türkiye Cumhuriyetini korumak ve savunmak da bağımsızlığımızı savunmakla eşdeğer tutulmalıdır. Bizim geçmişimizin, bugünümüzün ve geleceğimizin temeli bu anlayıştır.

Türk Milletinin en büyük serveti olan bağımsızlık ve cumhuriyetimize tarihte olduğu gibi bugün de iç veya dış düşmanlar çıkacaktır ve çıkmıştır. Türk Milletini ortadan kaldırmak isteyen hainlerin de, bizim en önemli hazinemiz olan bağımsızlık ve cumhuriyetrimize göz dikmesi doğal bir sonuç olarak düşünülmelidir. Biz, bağımsızlığımızı ve cumhuriyetimizi yitirdiğimizde gerçekten yok olma noktasına gelecek olan bir büyük Türk Milletinin evlatlarıyız. Peki Türk Milletinin genç evlatları, varlığımızı böylesine ciddiyetle tehdit eden iç ve dış düşmanlar karşısında ne yapmalıdır? Elbette ki, Milli Mücadele döneminde olduğu gibi, bulunduğumuz koşulları hiç dikkate almadan, ne olursa olsun bu en önemli hazinemizi korumalı, ve korumak için de gereken şeyi kayıtsız şartsız yerine getirmeliyiz. Gençliğe Hitabede Büyük Atatürk’ün de vurguladığı gibi bizim hürriyetimize ve cumhuriyetimize kastedecek olan düşmanlar, eşi benzeri olmayan bir galibiyet elde edebilirler. Yurdumuzun en önemli kurumlarına yuvalanabilirler, ordumuzu, donanmamızı etkisiz hale getirebilirler. Gerçekten de şöyle bir düşünüldüğünde ülkemizin gittiği süreç bu süreçtir. Vatanımızın en önemli kaleleri olarak adlettiğimiz birimlere, kurumlara dış güçler kancayı atmış vaziyettedir. Ülkemizde yaşanan olaylar, yıkımlar ve değerli aydınlarımızın ve vatansever devlet görevlilerimiz hep bu noktaya dikkat çekmektedir. Kardeşkanı döktürmek için milleti önceleri Sağ-Sol, Laik-Anti laik diye ayıranlar şimdi de etnik unsurları azdırarak Türkiye üzerindeki hain planlarını uygulamaya sokmaya çalışmaktadırlar. Vatanın en sağlam ve en güvenilir unsurları bile Türkiye’mizin aleyhine işleyecek şekilde emperyalist güçlerce yönlendirilmeye çabalanmaktadır. İrticacılar, bölücüler aynı komprador gücün maşası haline getirilip kullanılmaktadırlar. Sözde demokrasi, eşitlik, hürriyet satanlar da, yine sözde karşı oldukları güçlerin himayesine girmiş vaziyetteler. Tarihsel süreçte önümüze çıkan kırmızı ve yeşil tehlikeleri önümüze süren güçler Türk devletinin düşmanlarıdır. Bu yeşil ve kırmızı tehlikelerin ve önümüze konulacak olan diğer tehlikelerin yurdumuzdaki taşeronları da bir nevi bu hainlerin uzantısıdır. Tıpkı geçmişte Şeyh Saitlerle, Delibaşlarla, Çerkez Ethem’lerle Türk Milleti uğraşmak zorunda kaldığı gibi, dış düşmanlarla uğraşırken Türk genci bugün de yine benzer iç düşmanlarla karşı karşıyadır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün bu hitabının en can alıcı noktası; aziz vatanımızın her köşesinin düşman eline geçmesinden daha önemlisinin, memleketi yönetenlerin(iktidar sahipleri) cahillik, gafillik ve hatta vatana ihanet içinde bulunabileceğine işaret edilmesidir. Bu durum gerçekten de Türk Milletinin ve Türkiye Cumhuriyetinin başına gelebilecek en büyük tehlikelerden birisi olarak görülmeli ve halkımız ona göre hareket etmelidir. İktidar sahiplerinin, demokrasi veya insan hakları adına yapacağı vatanın vazgeçilmez değerlerini sarsma çabalarına hangi durumda olursa olsun karşı çıkılmalı ve böyle bir iktidarın ülkemizi yönetmesine izin verilmemelidir. Yolsuzluklarla, sorumsuzluklarla hareket edenlere halkımız gereken cevabı vermeli ve bu türde olabilecek iktidarlara karşı daima tetikte ve uyanık olmalıdır. Çünkü böyle bir gücün ülkemizi çok kötü, fakirlik ve bitkinlik durumuna getirmesi Atamızın da belirttiği gibi işten bile değildir.

Tarih, şartlar, iç ve dış düşmanların çabalarıyla ülkemiz bu sefil duruma düşerse bir gün; Türk Genci, sadece vatanının bağımsızlığını ve cumhuriyetinin varlığını düşünerek hemen yurdunu bu durumdan kurtarmalıdır. Bunun için ihtiyacı olan gücü damarlarındaki kanda bulabilecektir. Çünkü onun damarlarındaki akan bu kanla, bu bağımsızlık, bu topraklar kazanılmıştır. Çünkü bu kanın sahipleri tarihin en eski medeniyetlerini kurmuş, yıllarca dünyaya hükmetmiş, düzen vermiş, gittiği yerlere adalet ve hoşgörü götürmüş ve zalimlere karşı en büyük zaferleri kazanmış kimselerdir, yani Türk Milletidir. Türk Milleti için bağımsızlık, bir yaşam ölüm meselesidir. Bu her zaman böyle olmuştur ve dünya durdukça da böyle olacaktır. Memleketinin ve milletinin sefalet durumuna düştüğünü gören bir Türk Genci; Mete Hanları, Atillaları, Kürşadları, Alparslanları, Fatihleri ve Mustafa Kemalleri hatırlayacak, milletinin büyüklüğünün izlerini kanında bulacak ve milletini hak ettiği noktaya taşımak için hiç bir şeyden çekinmeyecektir. Atalarımızın genç, yaşlı, kadın, erkek demeden o azmiyle yedi düvele, emperyalizme, zalimliğe karşı verdiği o büyük mücadeleyi o Kurtuluş Savaşımızı, o Kuvay-i Milliyecileri ve Ulu Önderi ruhunda ve benliğinde hissettikçe kendini vatanını ve bağımsızlığını savunmaya mecbur hissedecektir.

Türk Milletinin her ferdi, Atamızın büyük NUTUK’UNU ve de bu nutkunun en önemli varışını yani Gençliğe Hitabesini çok iyi özümsemelidir. Çünkü bu hitabe beynelmilel bir hitabe değildir. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük liderinin Türk Gençliğe vasiyeti niteliğindedir çünkü. Ve çünkü bur da anlatılanların benzerlerini Türk Milleti tarihin farklı dönemlerinde hep yaşadı ve hep bağımsızlık bilinciyle bugüne kadar var oldu. Yarın da var olması bu hitabenin anlamını bilmekle, kavramakla yakından ilişkili olacaktır. Bizim bu hitabedeki şuuru ve bilinci özümsememiz yalnızca Ulu Önderin ve Atalarımızın vasiyeti değil, aynı zamanda çocuklarımıza ve geleceğimize bırakacağımız miras olmalıdır. Türk Milletinin mensubu olmak bunu gerektirir.

18 Mayıs 2010 Salı

BİR DEVLET KAHRAMANINI, BU DURUMLARA DÜŞÜRÜR MÜ?

Emekli Albay Atilla Uğur…

O, Abdullah Öcalan’ı Kenya’dan getiren ekipte yer aldı.
Öcalan’ın 1999’da Türkiye’ye getirilmesinden sonra yapılan sorgulamalarda olan komutandı.
Bu bilgiler, emekli albayın Ergenekon davasından tutuklanmasına kadar bilinmiyordu.
Dava sürecinde ortaya çıkan bilgiler, Uğur’un ailesine ölüm tehditleriyle geri döndü.
Emekli Albay Atilla Uğur, şu an Silivri 4 No’lu cezaevinde tutuklu.
14 Mayıs Cuma günü mahkeme heyetinin karşısına çıktı ve şu savunmayı yaptı:
“Sayın Başkan, değerli Heyet, ben görevim gereği 2007 yılına kadar birçok duruşma izledim. Eski adı ile DGM’lerin hem ANKARA hem de DİYARBAKIR’daki terör örgütü davalarına tanık oldum. Bu konuda en çarpıcı örnek; İmralı Adasında 2 no’lu DGM Başkanı Turgut OKYAY beyin, Hüseyin beyin, Mehmet MARAŞ beyin icraatlarını tüm duruşmalar boyunca yakınen izledim. Cumhuriyet Savcıları Talat ŞALK ve Cevdet VOLKAN beyin hazırladıkları iddianameyi okudum. Karşılarında 40.000 kişinin ölümünden sorumlu bir terör örgütü ele başı olmasına, tüm ülke kamuoyunun vicdanında suçlu olarak mahkum ettiği bir terörist olmasına rağmen o iddianamede o tarihte yürürlükte olan CMUK hükümlerine aykırı olacak tek bir uygulama dahi yok idi. Uydurma hiçbir delil konulmamıştı. Kin ve nefret ile yazılmış, siyasi yorumlar içeren bir tek paragraf yoktu. CMUK hükümlerine aykırı olarak elde edilmiş tek bir delil yoktu!..
Teröristbaşı avukatlarının çoğu zaman Türkiye Cumhuriyetini; Yüce Mahkemeyi ve Cumhuriyet Savcılarını hedef alan sloganvari ve hakaretamiz söz ve tavırlarına bile “Savunma Hakkıdır” diyerek müdahale edilmemişti. C.Savcıları o tarihteki yasaya göre Mahkeme Başkanı kanalı ile sordukları sorularda kin ve nefret içeren hiç bir tavır sergilememişlerdi. Bütün Dünyanın terörist olarak kabul ettiği bir bebek katilinin avukatlarını korkutmadılar. Savunma sırasında hiçbir avukat gözaltına alınıp tutuklanmadı.
O insanlar adil yargılamanın nasıl olacağını tüm dünyaya gösterdiler. Allah onlardan razı olsun. Kendilerini bu vesile ile saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan; burada ise; maalesef bir linç kampanyası sürüp gitmektedir. Terörist başına bile yapılmayan usulsüzlükler ve hukuksuzluklar burada pervasızca uygulanmaktadır. Başta; CMK 134 olmak üzere onlarca konuda bu icraatların aynen ifade ettiğim gibi olduğu aşikardır.

BİZ İŞGAL ALTINDA MIYIZ

Sayın Başkan; son iki hafta içinde 14 şehit verildi. 14 eve ateş düştü… Gencecik fidanlarımız Türk Bayrağına sarılı tabutlar içerisinde anababa ocaklarına gönderildiler… Bölücülerin saldırıları artarak devam etmektedir. Ancak burada, bu alçaklara karşı kanıyla canıyla mücadele etmiş ve etmekte olan insanlar terörist suçlaması ile yargılanıyor… Ve bunun da demokrasi ve hukuk adına yapıldığı iddia ediliyor.
Kendisini burada tanımaktan şeref duyduğum (emk) Albay Levent GÖKTAŞ geçen hafta huzurda (terörle mücadele anılarını anlatırken) gözyaşlarına engel olamadı. Bir Devlet, kahramanını bu durumlara düşürür mü? Biz işgal altında mıyız?
Öte yandan gene terörist örgütlerin korkulu rüyası haline gelmiş Türk Polisi Özel Harekatçıları da burada. Onlardan birisi olan Fahri SÜSLÜ’nün geçen hafta haklı isyanına tanık olduk. Kahrolduk, içimiz acıdı… Bu insanların feveranları kime fayda sağlamaktadır?
Gencecik Subay ve Astsubaylarımızın hainlerle savaşırken derdest edilerek bu çuvalın içine atıldıklarını görmekteyiz.
Sayın Başkan; yıllarını bu mücadele içinde geçirmiş sıradan bir Jandarma Subayı olarak; Atatürk’ü rehber edinmiş bir kişi olarak, tekrar söylüyorum: Bu durum; bir devletin, bir milletin intiharıdır, Dünyanın en geri ülkesinde bile, vatanı için ölüme koşmuş ve koşmakta olan insanlara böyle bir eziyet yapılmaz, yapılamaz…

BU KATLİAMI LÜTFEN DURDURUNUZ

Buradan tüm kamuoyuna sesleniyorum:
“Esas tehlike, bizden sonra gelen insanların mücadele ve azimlerinin kırılmasıdır. Türk Ordusunun gözbebeği Özel Kuvvet mensupları, SAT ve SAS komandoları, Jandarmanın seçkin Subay ve Astsubayları terörist suçlaması ile içeri alınmaktadır. Yakında Hava Kuvvetlerimizin güzide F-16 pilotlarının da alınması ihtimal dahilindedir… Neler oluyor Sayın Başkan? Ülkemiz işgale mi hazırlanıyor? Ya da işgal edildik de bizim mi haberimiz yok?
Ülkenin sigortası kabul edilen kritik birimleri tek tek etkisiz hale getiriliyor. Bir subay olarak gelmekte olan facia konusunda tüm kamuoyunu uyarmak istiyorum. Bu katliamı lütfen durdurunuz.
Sayın Başkan, değerli Heyet; insanlarımızın kafası karıştırılmıştır. Haftalardır sizlere “terör örgütünün şahsımla ilgili tehdit ve sevinç çığlıklarını” anlatıyorum. Bunları ağlamak, sızlanmak için değil, Bir Türk Yargıcı olarak en azından vicdanınıza danışınız diye söylüyorum.
Kayıtlara da geçen bu söylediklerim; gelecekte mutlaka tekrar okunacak ve nihai kararı tarih ve Türk Milleti verecektir.
Geçen 15 gün içinde Vatan toprağına emanet ettiğimiz şehitlerimize Yüce Allah’tan rahmet, yakınlarına ve Türk Milletine başsağlığı diliyorum. Teşekkür ederim…

(E) Jan. Albay Atilla UĞUR
Silivri 4 No’lu Cezaevinde Tutuklu”



.
.
.

GAZNELİ MAHMUT’UN BİYOGRAFİSİ

GAZNELİ MAHMUT’UN BİYOGRAFİSİ

Gazneliler Devleti’nin en büyük hükümdarı ve Hindistan Fatihi Gazneli Mahmut 2 Kasım 971 tarihinde doğdu. Babası Sebük Tegin annesi ise Zâbulistan bölgesinden asil bir ailenin kızıydı.
Daha gençlik yıllarında devlet idaresinde görev almaya başladı ve babasının yanında katıldığı savaşlarda cesaret ve zekâsıyla kendini gösterdi. Babası Sebük Tegin’in vefatı üzerine orada bulunan küçük kardeşi İsmail yerine geçti ise de Sultan Mahmut hemen Gazne’ye giderek mülkünü kardeşinin elinden aldı ve saltanatını ilân etti (997). Samanîlerin elinde kalmış olan Buhara Horasan Herat Belh Bust ve Kâbil’i zapt etti. İran ve Irak tarafların da hüküm süren Şiî Büveydiler (932–1062) ile önce savaş ve sonra sulh ederek saltanatını tanıttı. Ebû Hâmid İsfahânî’yi Bağdat’taki Abbasî halifesine gönderdi. Halife el-Kadir (991–1030) Gazneli Mahmut’un elçisini memnuniyetle karşıladı. Yeni hükümdara saltanat alâmetlerinden hil’at taç bayrakla birlikte sahip olduğu ülkelerin “Ahid”ini gönderip “Yemînü’d-Devle” “Veli Emîrü’l-Müminin” ve “Emîrü’l-Mille” lakaplarını verdi. Sultan gönderilenleri kabulden sonra İslam’ı yaymak ve İslam düşmanlarıyla mücadele etmek için her yıl Hindistan’a sefer yapmayı vaad etti. Bundan sonra başşehir Gazne’de büyük bir merasimle hil’ati ve tacı giyen Mahmut Abbasî Halifesi El-Kadir adına hutbe okuttu.
Sultan Mahmut sırasıyla Horasan ile bugünkü Afganistan ve Belûcistan denilen ülkeleri tamamen hükmü altına aldı. Mâverâünnehir Hanı İlik Han ve sonra Kadir Han’la savaşarak Ceyhun’un ötesine ve Harezm’e kadar sınırlarını genişletti. Şiî Büveyhîlerden İran ve Irak taraflarında Rey İsfahan Kazvin Sâve Zencan Ebher şehir ve kalelerini alıp sapık akımlara kapılanları şiddetle cezalandırdı. Rafızîliği ve felsefî ideolojilere ait kitapları imha ettirip yıkıcı faaliyetlere katılanları sıkıca takip ettirdi.
Gazneli Mahmut böylece ülkesinin kuzey cephesini emniyete aldıktan sonra tahta çıkarken yaptığı yemine ve verdiği söze sadık kalarak Hint seferlerine başlamaya karar verdi. Eylül 1000 târihinde ilk Hint Seferine çıkan Sultan Mahmut bu tarihten 1027 yılına kadar Hindistan’a on yedi büyük sefer düzenledi.
Birinci seferine Eylül 1000 tarihinde çıktı. Kabil’in doğusunda Lamgan bölgesinde Hintlilerin elinde bulunan birkaç kaleyi zaptederek geri döndü. Sultan Mahmut’un İkinci Hint Seferi Vayhand Racası Caypal’e karşı oldu. 27 Kasım 1001 tarihinde Peşaver yakınlarında yapılan savaşı Gazneli ordusu kazandı. Caypal on beş kadar oğlu torunu ve büyük kumandanlarıyla esir düştü. Sultan Mahmut’un eline bu zaferden sonra muazzam bir ganimet geçti. 1004 yılında Bhatiya bölgesi racası Beci Ray üzerine yürüdü. Bu seferde Bhatiya Racalığı’nın bütün bölgelerini ele geçirdi. Bölgede mescitler ve minberler inşa ettiren Sultan İslâmiyet’in esaslarını öğretmeleri için âlimler de tayin etti.
Sultan Mahmut dördüncü seferini Multan üzerine yaptı. Multan Hâkimi Ebü’l-Feth Dâvûd Karmatî bozuk inanışına sahipti. Gazne ordusunun üzerine geldiğini haber alan Ebü’l-Feth şehri terk ederek İndus Nehri üzerindeki bir adaya kaçtı. Multan’ı zapteden Sultan buradaki Karmatîleri cezalandırdı. 1008 yılında Multan’ın yeni valisi Suhpal’ın Müslümanlığı terk ederek Moğol dinîne dönmesi üzerine Sultan Mahmut çetin kış şartlarına rağmen Beşinci Hint Seferine çıktı. Multan önünde yapılan savaşı kazanarak Suhpal’ı tutuklatıp Multan ve çevresinin idaresini komutanlarından Tegin Hazin’e bırakarak Gazne’ye döndü. Aynı yıl Kuzeybatı Hindistan ve Pencab bölgesi racalarının İslâmiyet’in yayılmasını önlemek üzere faaliyete girişmeleri üzerine tekrar harekete geçen Sultan Mahmut müttefik kuvvetlere karşı Vayhand şehri ovasında yapılan muharebeyi ağır kayıplar vererek kazandı. Ancak bu savaş ile Kuzey Hindistan racalarının kuvvetleri ezilmiş ve Pencab yolu Türk-İslam orduları için güvenli bir hâle getirilmiş oldu.
Sultan Mahmut Ekim 1009 tarihînde büyük bir ticaret merkezi olan Narayyanpur’u zaptetti. 1010 tarihinde çıktığı seferde Multan’ı bütünüyle fethetti. Müslümanlara eziyet eden Karmatîlere ağır bir darbe daha indirildi. 1014 tarihinde çıkılan Dokuzuncu Hint Seferi’nde Nandana Kalesi’nin fethinden sonra Keşmir üzerine yüründü. Keşmir kuvvetleri iki defa bozguna uğratıldı. Bu zaferin Hindistan’daki yankıları pek büyük oldu ve İslâmiyet en uzak yerlere kadar yayıldı.
Sultan Mahmut onuncu seferini Hintlilerce mukaddes bilinen pek çok tapınak ve putun bulunduğu Thanesar şehrine yaptı. Hiçbir direnişle karşılaşmadan şehre giren Sultan bütün putları kırdırdı. “Çakrasvami” adındaki en meşhur putu Gazne’ye götürerek halka gösterdi. Bu zafer Hinduların Müslümanları tanımalarına sebep oldu. Bunun neticesinde pek çok kimse İslâmiyet’le şereflendi. 1015 yılında Keşmir yolu üzerine Lokhot Kalesini kuşattı ise de şiddetli kış yüzünden bir netice elde edemeyerek geri döndü.
Hint dünyası Sultan Mahmut’tan o derece yılmıştı ki herhangi bir yere sefere çıksa şöhreti ondan önce varıyor ve şehirler korkudan teslim oluyordu. On ikinci seferini zengin ve bayındır bir ülke olan Kanave’a karşı yaptı. Sirsava Kalesi’ni zaptetti. Baran (Bulendşehr) Kalesi önüne geldiğinde Raca Hardat Sultanı karşılayarak Müslüman olduğunu bildirdi ve şehri teslim etti. Onunla birlikte 10.000 taraftarı da İslâmiyet’i kabul etti. Mahmut Han sefere devamla Cumne ile Ganj nehirleri arasında bütün şehirleri aldı. 20 Aralık 1018’de de asıl hedefi olan Kanave’i fethetti. Bu seferden tahminen üç milyon dirhem para altmış bin esir ve beş yüz fil ganimet ile dönüldü.
1020 yılında Kalincar 1021’de Keşmir ve 1022’de tekrar Kalincar racaları üzerine seferler düzenleyen Sultan bunları itaat altına aldı. On altıncı ve en meşhur seferleri Somnat üzerine yaptı. Bu şehirde bulunan kutsal bir tapınaktaki put her yıl yüz binlerce Hindu tarafından ziyaret edilir ve en kıymetli mücevherlerle süslenirdi. Sultan Mahmut bunu işitince bu sapık inançla birlikte o putu da yıkmaya karar verdi. Bu sayede Hintliler arasında İslâm’ın yayılması da çabuklaşmış olacaktı. 18 Ekim 1025 tarihinde otuz bin atlı ve yüzlerce gönüllüden meydana gelen orduyla harekete geçen Sultan 8 Ocak’ta Somnat’ı zaptetti. Tapınağa girdikten sonra müezzine tapınağın üzerine çıkarak ezan okumasını emretti. Tapınaktaki putların tamamını kırdırdı. Rivayete göre tapınaktaki ganimetten Sultan’ın payına düşen beşte bir malın değeri yirmi milyon dinar idi. On yedinci seferinde ise Karmatî olan Mansura hâkimi Hafif’i cezalandırdı.
Gazneli Mahmut cihangirane fetihleri yanında âlim bir zat olup ilme ve sanata büyük önem verirdi. Sultan’ın sarayında her gün âlim ve şairlerle devamlı ilmî müzakereler yapılırdı. Sultan bu toplantıların birçoğuna kendisi de iştirak ederdi. Sultan Mahmut’un adına birçok eserler yazılmış olup kendisine takdim edilmiştir. Firdevsî’nin Şehname’si bunlardan biridir. Ehl-i sünnet âlimlerinin yetiştirilmesine büyük gayret sarf eden Gazneli Mahmut Rafızî ve bidat ehline karşı sert hak mezhep ve ehline karşı pek yumuşaktı. Dine medeniyete hizmetleri pek büyük oldu. Parlak bir devir açtı. Ebü’l-Hasan-ı Harkânî hazretleri onun zamanında yaşamış en büyük İslâm âlimlerinden biridir. Otuz üç sene adalet ve muvaffakiyetle saltanat sürüp 1030’da Gazne’de vefat etti. Gazne’deki türbesi pek mükemmel ve müzeyyendi. Yerine oğlu Celâlüddevle Muhammed geçti.
Sultan Mahmut ömrünün kırk beş senesini savaş meydanlarında daima hareket hâlinde geçirdi. O Türk-İslâm dünyasının yetiştirdiği en büyük hükümdarlardan biridir. Son derece cesur ve o derece de ihtiyatlıydı. Âlimleri toplayıp çok hürmet ve ikramda bulunurdu. Onların kalplere feyiz veren sohbetlerinden faydalanırdı. İslâmiyet’i yaymak gayesiyle iki cephede faaliyette bulundu. Hindistan’daki putperest Brehmenler ve Mısır Fatımî Devleti’nin (909–1171) yoğun propagandası ile İslâm ülkelerinde yayılan yıkıcı Rafızî-Batıni hareketleriyle mücadele etti. Brehmenleri her yerde mağlubiyete uğrattı. Buna karşılık Rafızîliği sıkı takip edip ideolojilerini yasaklayıp yıkıcı ve bölücü eserlerini imha etmesine rağmen faaliyetlerini bütünüyle ortadan kaldıramadı. Lakin yayılmasını büyük ölçüde önledi.
Devletin menfaatlerinin gerektirdiği her çareye başvuran bir hükümdardı. Hadiseleri isabetlice değerlendirmekte pek mahirdi. Ordusu özel talim ve terbiye ile yetiştirilen ve sultanın şahsî birliklerini meydana getiren “Hassa Ordusu” ile ganimetten hisse alan “Gönüllüler”den meydana gelirdi. Gaznelilerin savaş gücünün büyük bir kısmını gönüllüler meydana getirirdi. Sultan Mahmut İslâm ülkelerinden vazifeli adamları aracılığıyla gaziler toplattığı gibi sefer zamanlarında her taraftan gelerek kendi istekleriyle orduya katılanlar da kalabalık bir miktara ulaşırdı. Sultan Mahmut bu sistem sayesinde Orta Doğu’da cihad yapmak arzusunda olan gayretli Müslümanlar ile zararlı faaliyetlerde bulunarak sosyal bünyeyi sarsabilecek işsiz güçsüzleri başka bölgelere seferber ederek onlara yeni imkânlar temin ediyordu. Böylece zalim olmayan bir disiplin altında toplanabilen bu insan gücünü ülkelerine problem olmaktan çıkarıyordu. Hindistan seferleri neticesinde Gazneli Devleti sınırlarını genişletip çok zenginleşti. Gazne şehri parklar bahçeler zafer abideleri camiler ve Ulu Cami gibi mimarî eserlerle süslenmişti. Ayrıca Belh Nişâbur gibi büyük şehirler de o devrin en güzel ve bakımlı beldeleri hâline gelmişti.
Gazneli Mahmut kalabalık orduları sevk ve idarede muktedir üstün bir kumandanlık kabiliyetine sahipti. Her türlü iklim ve tabiat şartlarına göre savaş usulü tatbik etmek malzeme temin etmek askerî birlikler yetiştirmekte de askerî bir dehası vardı. Hintlilere karşı iyi talimli okçu tümenleri kullanmış Mâverâünnehir Harezm ve Büveyhîler seferlerinde bu ülkeler ordularının savaşmaya cesaret edemedikleri filleri ileri sürmüştü.
Gazneli Mahmut gerek iyi idaresi gerekse hak severliği ve adaletiyle yüzyıllarca sevilmiş örnek devlet adamlarından biridir.

F VİTAMİNİNİZ VAR MI.

Prof. Mehmet ÖZ

Bu başlığı okuyunca, Bugüne kadar F vitamini diye bir şey hiç duymadım demeyin!
Hepinizin en azından bir tane dostu vardır ve F vitamini dediğimiz sağlık iksirinin kaynağı da dostlardır.. .
Bazen sizde stres yaratan islerin bir listesini yapıp, onlardan kurtulmanız gerekebilir.
Bazen evdeki islerinizi bir kenara bırakıp, en yakin arkadaşınızla dışarı çıkıp eğlenmeye ihtiyaç duyabilirsiniz.
Peki, neden size böyle bir şey hatırlatma gereği duyuyoruz?
Çünkü Vitamin F nin (Friendship -Türkçesi arkadaşlık kelimesinin bas harfi olduğu için F) sağlığınıza faydaları saymakla bitmez.


Sizi 30 YIL GENÇLEŞTİRİYOR
Yapılan son iki araştırmaya göre; güçlü sosyal iletişim içerisinde olanlarda depresyona girme ve ölümcül krizlerin oluşma riski azalıyor.
Düzenli F vitamini kullanmak, sizi gerçek yasınızdan 30 yas daha genç hale getirebilir. Çünkü bu sayede stresten uzak bir yaşamınız olur.
Dostluğun sıcaklığıyla, gergin olduğunuz zamanlarda bile kan damarlarınızda pıhtılaşma ve kalp krizi geçirme riskiniz yüzde 50 azalır.


SIRLARINI PAYLASMYORLAR
Göğüs kanserine yakalanmış 3 bin hemşire üstünde yapılan bir araştırmada, sosyal destek alanların, almayanlara göre yüzde 66 daha uzun yasadıkları saptanmıştır.
Peki, gerçekten sizi sağlıklı tutan arkadaşlıklara sahip misiniz? Ne yazık ki birçoğumuzun böyle dostları artik yok! Duke Üniversitesinde yapılan bir araştırma,
son yirmi yılda sırlarını dostlarıyla paylaşmayı tercih etmeyen kişilerin hızla arttığını ortaya çıkarmış.


SAHİP OLMANIN 4 KURALI

1. Zaman: Bir insanla hemen samimi olunmaz. Samimiyet için onunla birlikte zaman geçirmeniz gerek ir.

2. Dikkat: Sorunlarını çözmenize gerek yok, sadece onlara sorular sorun ve size anlattıklarını can kulağıyla dinleyin.

3. Hassasiyet: Gerçek dostlar birbirlerine karsı hassas olur. Gecenin 03.00'unde bile ihtiyaçları olursa birbirlerini ararlar.

4. Eğlence: Arkadaşınızla birlikte ne yapmaktan hoşlanıyorsanız onu yapın. Birlikte eğlenip, gülün ve bağlanın.

14 Mayıs 2010 Cuma

Müjde Ruhban Okulu Açılıyor.


Eğer Deniz Baykal’ın kaset olayı olmasa idi Bu hafta Türkiye şu konuları konuşacaktı:
1.İsrail, OECD’ye Türkiye’nin destek vermesi sonucu girdi!
2.Bu yılın ilk çeyreğinde cari açık geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 402 artarak 1 milyar 979 dolardan 9 milyar 951 dolara çıktı.
3. Ve bomba haber:
Ruhban Okulu’nun açılması için düğmeye basıldı.
Nasıl mı?
Mahiye Morgül, Oda TV’de şunları yazdı:
“Kanun no: 5981 Tarih:15.4.2010
Okulun adı: Medeniyetler İttifakı Enstitüsü Bağlı olduğu üniversite: Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi
“MADDE 1 – 28/3/1983 tarihli ve 2809 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununa aşağıdaki ek maddeler eklenmiştir.”
EK MADDE 119– Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi
Bu Üniversite, Rektörlüğe bağlı olarak;
a) Mühendislik–Mimarlı k Fakültesinden,
b) Edebiyat Fakültesinden,
c) Güzel Sanatlar Fakültesinden,
ç) Güzel Sanatlar Meslek Yüksekokulundan,
d) Mühendislik ve Fen Bilimleri Enstitüsünden,
e) Sosyal Bilimler Enstitüsünden,
f) Güzel Sanatlar Enstitüsünden,
g) Medeniyetler İttifakı Enstitüsünden, oluşur.” ( 12 Mayıs 2010, Oda TV)
Başbakanımın neden Medeniyetler İttifakı Projesinin en önemli ismi haline getirildiği orta çıktı. Erdoğan’ın batılı dostları Ruhban Okulu’nu hiç olmazsa özel bir üniversite çatısı altında kurdurmak için önce “pohpohlama!” devresini sonra da Ruhban Okulu’nu açma devresini hareke geçirdi.
Şimdi ne mi olacak?
Fatih Sultan Mehmet Üniversite’ne bağlı (isme bak, Fatih Sultan Mehmet! Papaz yetiştireceksiniz de başka üniversite ismi mi bulamadınız?) Medeniyetler İttifakı Enstitüsü’ne önümüzdeki öğretim yılında öğrenci alınacak. Papaz olmak isten papaz, imam olmak isteyen imam olacak! Böylece papazla imamı bir güzel ittifak ettirecekler?
Ruhban Okulu açılsın mı açılmasın mı tartışmaları da kökten bitecek.
Ben asıl Türkiye bu noktaya getirilinceye kadar hangi gizli toplantılardan geçildi, Amerika ile hangi pazarlıklar yapıldı, Bürüksel hangi fırçaları atarak biz tuş etti gibi soruların cevabını arıyorum. Bu “gizli görüşmelerin” kasetini de birileri yayınlasa da Baykal’ın yatak odasında olanlar mı ülkenin yatak odasında olanlar mı daha önemli öğrensek.



MUHARREM BAYRAKTAR

Cuma Duası

Lailahe illallah Cuma’nın sebebiyle,
Muhammedün Resullullah gerek yüzün gölgesiyle dünya ve ahiret muradımı ver.

Melekler duasıyla, Ya vedüdüm, entel maksudum, Kulhüvellahü ehad, bin bir kere ya samed, cennet kapılarını aç, benim günahımdan geç.

Benim günahım varsada senin gibi halikim var. Muhammed Aleyhisselam dostum var.

İlahi kabre vardığım gece lütfeyle, yalnız kaldığım gece bilmediğimi bildir. Kabrimi nur ile doldur. Kevser şarabına daldır, ulu cemalini göster.

Gece gündüz yalvarırım sana dünya ve ahiret muradımı ver bana.

Rabbim Allah, fikrim zikrullah, kalbimin nuru Resullullah, evvelim Allah, ahirim Allah, La ilahe illallah Muhammedün Resullullah.

Cuma gibi günümüz var. İslam gibi dinimiz var. Muhammed gibi şahımız var. Allah dedim, dostum dedim, 99 ismine mühür vurdum, üstüne.

Sırrım sübhanım Allah, derdim dermanım Allah, gafil kuluna gam düşmüş, yetiş imdadımıza ya Muhammed.

Kulhüvellahü ehad, bin bir kere ya samed, ya Allah, ya Muhammed umarız senden şefaat.

Lailahe illallahtır özüm, Muhammed Mustafadır sözüm, ihlas-ı şerif ile yıkadım yüzüm. Ayetele kürsü için sen kabul eyle sözüm.

Bugün Cuma günüdür. Dinim İslam dinidir. Dinimin İslam dini olduğuna, yetmiş binin nısfına, mühürledim üstüne.

Lailahe illallah üç muradım var, biri cennet, bir ırmak diyarını görmek. Aç cemalini göster diyarını.

Ya Resullullah! Aman yarabbi ya rabbena her halimiz malumdur sana, gece gündüz yalvarırım sana. Her zaman sana muhtacım, cemalini göster bana.

Cennetine davet et Allahım kabrimizde rahatlık, sıratta selamet, tatlı canımız sana emanet, son nefesimizde selametler ihsan eyle.

Kabir suallerimiz ahsan eyle, cennetinle cemalini cümleyle beraber bana da nasip eyle.

Lailahe illallah selalar duası için, Muhammedün Resullullah arşı ala gölgesi için hastalara şifa, dertlilere deva, borçlulara edalar ihsan eyle Ya Rabbim.

Elif Allah, Nur Muhammed tez selamet.

Ya Celil, etme zelil, gönder delil. İlahi Yarabbi hacetimi rahmet deryasını ulaştır, duaya açılan elleri icabete eriştir.

Allahım senden başka kimsemiz yoktur. Lailahe illallah arşı alaya Muhammedün Resullullah şükür Mevlaya.

Yarabbi yarabbena her halim malumdur sana, cenneti alada cemalini göster bana.

Lailahe illallah günahlarımız af eyle, Muhammedün Resullullah makamımı nur eyle.

İlahi Yarabbi son nefesimde kendime malik olmadığım zaman bu duamı sana emanet ederim.

Selatü selaya yolladım Mevlaya, sen cümlemizin muradını ver gelecek Cuma’ya.

Lailahe illallah ve cellehü edası ile, Rabbim muradımızı ver melekler duası ile.

Lailahe illallah kalbimizi karartma, rızkımızı azaltma, kabrimizi, daraltma, senden başka kapı aratma, muhannete muhtaç etme.

Lailahe illallah imanla sabır, Muhammedün Resullullah azapsız kabir.

Allahım beni af eyle, her derdimi def eyle, rızkımızı bol eyle, kabrimizi nur eyle, sual meleklerinin cevabını muktedir eyle.

Evvelim Allah, ahirim Allah, kalbimde beytullah Lailahe illallah Muhammedün Resullullah. “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûlühü” diyerek çene kapatmak nasip eyle Yarabbi.

Allahım şeytanın şerrinden, kabirdeki yılanlardan, çıyanlardan, ölümün dehşetinden, kabirin azabından, sıratın zulmetinden muhafaza eyle Allahım.

Ölümün hayırlısını, üç ayların birisini, Yasinin yarısını okurken ölmeyi nasip eyle Yarabbi.

Amin.

Kur’an-ı Kerim’in İç Düzeni

Kur’an-ı Kerim’in İç Düzeni
Ayet: Sureleri oluşturan bir veya bir kaç cümleden oluşan bölümlere denir. Bir sayfadan oluşan ayetler olabildiği gibi tek bir harften oluşan ayetler de vardır. Toplam 6666 ayet bulunmaktadır.
Sure: Kur’anı Kerim’in değişik sayıdaki ayetlerinden oluşan bölümlere sure denir. Toplam 114 sure bulunmaktadır.
Diğer bir tanımla: Kuran’ın bölümlerine sure, surenin bölümlerine de ayet denir. Buna göre ayetler bir araya gelerek sureyi oluşturur; sureler de bir araya gelerek Kuranıkerim’i oluşturur.
Örneğin “inna a’teynakel kevser” bir ayettir. Kevser suresinin tamamı ise bir suredir.
En kısa sure üç ayetten oluşan Kevser suresidir. En uzunu ise 286 ayetten oluşan Bakara suresidir. İlk sure Fatiha, son sure ise Nas suresidir.
Tevbe suresi dışındaki her bir sure başında Besmele bulunmaktadır.
Kur’an’ın her yirmi sayfasına bir “cüz” denilmektedir ve toplam 30 cüz bulunmaktadır.
Mekke’de indirilen surelere “Mekkî”, Medine’de indirilenlere ise “Medenî” sure denir. Sureler genellikle uzun olandan kısa olana doğru sıralanmıştır.

Kuranıkerim’in Hz. Muhammed’e İndirilişi

Kuranıkerim’in ayetleri Peygamberimize Cebrail aracılığıyla sözlü olarak gelmiştir. Peygamberimiz bunları anında ezberliyor ve çevresindeki ashabına okuyor, onlar da ezberliyorlardı. İçlerinde yazı yazmayı bilenler, değişik malzemeler üzerine, öğrendikleri ayetleri yazıyorlardı. İlk ayetlerin gelişi şöyle olmuştur:
Hz. Muhammed (S.A.V.)’e peygamberlik görevi verilmeden önce O, zaman zaman insanlardan uzaklaşarak kâinatın yaratılışı, insanlığın geleceği gibi konuları düşünmek üzere Hira dağındaki mağaraya çekilirdi. 610 yılında da yine böyle bir gün Hira dağına çıkmıştı. O esnada Vahiy meleği Cebrail geldi ve göründü;
Cebrail: “-Oku” dedi.
O: “-Ben okuma bilmem” cevabını verdi.
Melek O’nu tuttu ve tekrar;
“-Oku” dedi
O yine: “-Ben okuma bilmem” diye cevap verdi. Çünkü O gerçekten okuma bilmiyordu.
Melek yine onu tuttu, ezercesine sıktı ve bıraktı;
“-Oku” dedi.

Bu kez Peygamberimiz: “-Ne okuyayım diye cevap verdi.” Cebrail o zaman:
“-İnsanı alaktan yaratan Rabbinin adıyla Oku. Oku, İnsana bilmediklerini öğreten ve kalemle yazdıran Rabbin Ekremdir (en cömerttir)” şeklindeki Alak suresinin ilk beş ayetini indirdi.
Bu şekilde başlayan vahiy süreci 23 yılda tamamlandı. Hz.. Peygamber her indirilen ayeti anında ezberliyor, daha sonra onu insanlara aktarıyor ve onların pek çoğu da indirilen bu ayetleri ezberliyorlardı. Bu arada inen ayetleri Vahiy Katipleri yazıyordu. Hz. Peygamber vahyin yazılması işine ayrıca önem veriyordu. Sure ve ayetlerin nereye yazılacağı Cebrail tarafından Peygamberimize bildiriliyordu. Peygamberimiz de kendisine bildirilen ayet ve surelerin yerlerini Vahiy Katiplerine bildiriyordu. Aynı zamanda bu işi bizzat kendisi kontrol ediyordu. Bununla birlikte her yıl Ramazan ayında o zamana kadar inen ayetleri Cebrail’e okuyor ve kontrol işi daha da sağlamlaştırılıyordu. Böylece Kur’anı Kerim baştan itibaren herhangi bir unutma, hata ve yanlışlıktan korunmuştur.


Kur’an-ı Kerim’in İç Düzeni

13 Mayıs 2010 Perşembe

AKP döneminde kapatılan camiler

Başbakan Erdoğan, bir anda tarihin pek de gizli olmayan sayfalarını araladı ve İsmet İnönü döneminde kışla olarak kullanılan ya da depoya çevrilen camileri anlatan konuşmalar yapmaya başladı. Milli görüş çizgisinden gelen kişilerin çoğunda vardır bu İnönü dönemi hastalığı. Açın Vakit’i, Yeni Şafak’ı neredeyse haftada bir ,“İnönü camileri depo yaptı, ahır yaptı, yay gidinin dinsizi!” diye yazılar çıkar. Yine bu kesimin yazarlarının kitaplarında hep bu depo yapılan camiler anlatılır durulur.
70 sene evvelinin Türkiye’sinde CHP’nin yaptığı “cami icraatlar” bu milli görüş kökenli zevatı pek rahatsız eder, kendi yandaşlarının yani AKP’nin döneminde camilere, Kur’an Kurslarına karşı yapılanlar onları pek ilgilendirmez.
Madem öyle adil olun.
Dün yapılan cami saldırılarına değiniyorsanız bugünkülere de değinin.
2004 yılında AKP’li Denizli Belediye Başkanı Nihat Zeybekçi, kente büyük meydanlar kazandırma projesi bağlamında Çaybaşı ve İbadullah camilerini yıkma kararı almıştı.
Yine aynı yıl AKP’li Honaz Belediye Başkanı Turgut Devecioğlu ise 1924 mübadelesinde terk edilen ve daha sonra camiye çevrilen eski kiliseyi restore edip inanç turizminin hizmetine açmayı planladığını açıklıyordu. Hisar Mahallesi’ndeki vatandaşlar için yeni bir cami yapıp, eski kiliseden camiye çevrilen mekânı yeniden kilise yapmayı düşündüğünü belirten Devecioğlu, “Bu bölgenin eski adı Collesae’dır. Yani Hıristiyanlığın önemli merkezlerinden birisi burada kurulmuş. Hisar Camisi de eski bir kiliseymiş. Mübadeleden sonra camiye çevrilmiş” diyordu.
AKP’li belediye başkanı Hisar Camisini kiliseye çevirmenin “tarihsel gerekçelerini de!” göğsünü gere gere açıklıyordu.
15 Temmuz 2007’de İstanbul Piyalepaşa’daki Kuran Kursunun yıkım emrini yine AKP’li belediye veriyordu. AKP’nin dozerleri Kuran Kursunu birkaç saat içinde yerle bir ediyordu. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinin yıkamadığı Kuran Kursunu AKP’nin darbeleri yıkıp geçiyordu.
AKP’nin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ise Silivri Ortaköy’de uzun yıllar cami olarak kullanılan metruk haldeki mabedin restore edilmesine karşı çıkarak “burası eskiden Aziz Dimitrios Kilisesi idi, cami olarak değil kilise olarak restore edilmeli, zaten yeterince cami var” diye tepki gösteriyordu.
AKP döneminde kapanan, yıkılan, kiliseye çevrilen camiler hatırı sayılır bir sayıya ulaşmıştır.
Ama 70 sene evvel CHP zamanında depo yapılmış camilerin izini sürenler, birkaç yıldan beri “dindar geçinen bir siyasi kadronun dehşet verici cami tahribatı politikalarını” ağızlarına bile almamaktadırlar.
Bu ne biçim bir Müslümanlıktır?
İnönü, yaptıklarının hesabını Ruzi Mahşerde verecek, şüphe yok. İyi de camiyi kiliseye çevirenler, Kuran Kursu yıkanlar hesap vermeyecek mi?
İsmet İnönü’nün hayatında Yunan’a karşı verdiği savaşların büyük yeri vardır. İnönü Kurtuluş Savaşı yıllarında Yunan’a karşı cepheden cepheye koşarak ölümüne bir mücadele vermiştir. O malum çevrelerden, İnönü’nün savaş stratejisini eleştirenler olabilir. Ama aynı çevreler AKP’li Afyon Belediye Başkanı Burhaneddin Çoban’ın “Türklerle savaşırken ölen Yunanlıların da şehit olduğunu, onlar için anıt yaptıracağını” şeklindeki sözlerine karşı tek kelime bir söylemediler, tek satır yazı yazmadılar.
Bırakın İnönü dönemi ile uğraşmayı.
70 sene öncesini konuşmak size bir şey kazandırmaz, bugüne gelin bugüne!


MUHARREM BAYRAKTAR

10 Mayıs 2010 Pazartesi

İSLAMİYETİN DOĞUŞU VE YAYILIŞI

Hz. Muhammed`in Hayatı ve Peygamberliği Kureyş kabilesinden olan Hz. Muhammed , 571 yılında Mekke`de doğdu. Annesi Amine , babası Abdullah idi. Doğmadan önce babasını , çocuk yaşta annesini kaybetti. Önce dedesi Abdulmuttalip ,sonrada amcası Ebu Talip tarafından himaye edildi. Gençlik yaşlarında ticaretle meşgul oldu ve bu sayede Arabistan `ın birçok yerini tanımaya imkan buldu. Ahlâki ve dürüstlüğünden dolayı kendisine “ Muhammed`ül Emin “ dendi. 25 yaşında iken Hz. Hatice ile evlendi. 40 yaşında kendisine ilk vahiy geldi.
Hz. Muhammed`e Cebrail adlı melek tarafından gönderilen ilk ayette “ Oku! Yaradan Rabbinin adıyla oku “ denilmekte idi. Hz. Muhammed `e ilk inananlar Hz. Hatice , Hz. Ebubekir , Hz. Ali , Hz. Zeyd ve Hz. Osman `dır. İslamiyeti kabul edenlerin sayısı zamanla arttı. Müşrikler ( putperestler) hemen islamiyete ve Müslümanlara karşı cephe aldılar, onlara baskı uygulamaya başladılar.
**__! İslam`da köle- efendi ayrımı olmadığından Mekke`nin ileri gelenleri mevki ve nüfuslarını yitirmekten endişelendirler.
İslam`da “ tevhid “ inancının Arapların “ atamızın dini “ dedikleri , putperesliği ortadan kaldıracağından kaygılandılar.
Müslümanlara yapılan baskı ve zulüm artınca Hz. Peygamber bazı müslümanların Habeşistan`a göç etmelerine müsaade etti (619).
**__! Habeşistan hükümdarı Hristiyan olup adaletiyle tanınan biri idi.
**__! Bu olay islam tarihinde ilk hicret olayıdır. İki halife halinde yapılmıştır.
İslamiyet , Mekke dışında Kâbe `yi ziyarete gelenler arasında da yayıldı. Müslüman olan Medineliler, Akabe denilen yerde Hz. Peygamber`e bağlılık sözü verdiler. Buna “ I. Akabe Biatı “ denilmişti.
Medineli müslümanlardan daha büyük bir topluluk , 622 senesinde Akabe `de Hz. Peygamber`e bağlılıklarını yenilediler (II. Akabe Biatı). Onu Medine`ye davet ettiler. Bu durum Müslümanların Medine`ye hicretinde etkili olmuştu.
Müşriklerin müslümanlara yaptıkları eziyet artık dayanılmaz hale gelmişti. Kureyş `in ( müşrikler) zulmünden kurtulup dinlerini serbestçe yaşabilmek için Müslümanlar Hz. Peygamber`in izniyle Mekke`de Medine`ye göç ettiler. En son hicret edenler ise, Hz. Peygamber ve yakın arkadaşı Hz. Ebubekir oldu.(622).
İslam tarihinin en önemli dönüm noktalarından birisi olan Hicret olayı üzerine , Müslümanlar rahat bir nefes aldılar. Hz. Peygamber, Medinelilerle (yahudiler dahil) bir sözleşme yaptı. Tarihe “ Medine Sözleşmesi “ diye geçmiş olan bu bölgede , Hz. Muhammed , Müslümanlar ve Yahudilerin karşılıklı .... ve vazifeleri belirtilmekte idi. Buna göre Yahudiler , din ve ibadetlerinde serbest olacaklar , Medine `ye bir düşman saldırısı olursa müslümanlarla birlikte şehri savunacaklardı.
**__! Hicret , Hz. Ömer zamanında kabul edilen Hicri takvimin başlangıç senesi olmuştur.
Türkler islamiyette girdikten sonra Hicri Takvimi kullanmaya başlamışlardır.
Hz. Peygamber , Medine `de ilk islam Devleti`ni kurdu. Kurduğu devlete “ Medine Site Devleti “ denilmişti.
Hicretin Sonuçları
1_ Müslümanlar Putperest ayakların baskısından kurtulmuştur.
2_İslam inkilâbının başlangıcı olmuştur.
3_Mekkelilerin Müslümanlar üzerindeki baskıları sona ermiş ve islamiyetin yayılması hızlanmıştır. Ensar ile Muhacir kardeş ilan edilmiştir. Hicretin yapıldığı yıl hicri takvimin başlangıcı ilan edildi.
___HZ. PEYGAMBER`İN SAVAŞLARI___
Bedir SAVAŞI (624)
Nedenleri:
1. Müslümanların şam ticaret yolunu tehtid edmeleri
2. Müslümanların Mekke`de yağmalanan mallarına karşılık Suriye`den , Mekke `ye gitmekte olan Ebüsüfyan yönetimindeki Ticaret kervanı ele geçirmek istemeleri.
Sonuçları:
1. Müslümanların ilk savaşı ve ilk zaferi , Şam ticaret yolu kısmen müslümanların eline geçmiştir.
2. Medine`deki Yahudilerin bir kısmı Mekkelilerle iş birliği yaptığı için Hz. Muahmmed tarafından Medine `den çıkarılmıştır.
3. Müslümaların morali ve gücü arttı.
4. Müslümanlar bol miktarda ganimet elde ettiler.
*İslam savaşı hukukunun esasını teşkil eder.
Ganimetlerin beşte biri devlet hazinesi için ayrıldı, kalanı savaşlara taksim edildi. Bu esas, sonraki islam devletlerinde de uygulanmıştır.
Uhud SAVAŞI (625)
Nedenleri:
1.Müşriklerin Bedir mağlubiyetinin intikamını almak.
2.Müslümanların daha fazla güçlenmelerini önlemek ve şam ticaret yolunun emniyetini sağlamak istemeleri bu savaşın sebebidir.
3.Medine`den çıkarılan yahudilerin savaşa teşvik etmesi.
Sonuçları:
1. Mekkelilerin savaşı kazandılar.
2. Hz. Muhammed`e iteatin önemi anlaışdı.
3. Hz. Muhammed yaralandı , müslümanlar mağlup oldular.
**__! Uhud savaşı Müslümanların ilk yenilgisidir. Bu savaştan sonra, Medine Sözleşmesini bozdukları için Beni Nadir Yahudileri Medine`den uzaklaştırmışlardır. Bunlar heybere giderek yerleşmişlerdir.
Hendek SAVAŞI (627)
Nedenleri:
Uhud savaşında umduklarını bulamayan Mekkeliler, Müslümanları tamamen ortadan kaldırmak için Medine üzerine doğru hareket ettiler. Şehrin savunmasız yönü Selman-ı Farisi adındaki İranlı bir müslümanın teklifi üzerine hendekle çevrildi.
Sonuçları:
1. Savaş müslümanlar tarafından kazanılmıştır.
2. Mekkeliler`in müslümanlar üzerine düzenledikleri son saldırı olmuştur.
3. Bu savaştan sonra mekkeliler savunmaya, Müslümanlar taaruza geçmişlerdir.
Hudeybiye ANTLAŞMASI (628)
Müslümanlar hac yapmak için 1500 kişilik topluluk ile Mekke`ye doğru hareket ettiler. Bunu savaş olarak değerlendiren Mekke ise savaşa hazırlıklı idi. Mekke yakınlarında Hudeybiye denilen yerde iki taraf görüşmeler sonunda antlaşmaya vardılar. ( Zira müslümanların bir barış ortamına ihtiyaçları vardı.) Bunu Hedeybiye Antlaşması denir.(628) Görünüşte Antlaşma maddelerinin bazıları Müslümanların aleyhindedir.
Bunlar:
1. Her iki taraf 10 yıl boyunca birbirleriyle savaş yapmayacak.
2. Bu yıl hac olmayacak , ertesi yıl Müslümanlar hac edebilecek , Mekkeliler hac sırasında 3 gün şehri boşaltacaklardır.
3. Müslümanlarla Mekkelilerin istedikleri kabileler ile ittifak yapabilecekler.
4. Reşid olmadan islamiyeti seçen Mekkeliler Medine`ye alınmayacak , Mekke`ye iade edileceklerdir.
5. Medine`den Mekke`ye geri dönmek isteyenlere Medine İslam Devleti karışmayacak.
6. Hiç kimsenin canına ve malına zarar verilmeyecek himayeleri altında bulunan kabilelere askeri yardım yapılmayacaktır.
Sonuçları:
1. Müslümanların siyasi bir varlık olarak imzaladıkları ilk antlaşmadır.
2. Kureyşliler müslümanların bir güç olarak resmen bu bölge ile tanıdılar.
3. İlk bakışta müslümanların aleyhinde görünüyorsa da daha sonra elihe döndü.
4. Müslümanlar güney sınırlarını güvence altına aldılar.
5. Mekke`nin önde gelen komutan ve siyasi liderlerrri silam dinine girdiler.
6. Her iki tarafın eşit haklara sahip olduğu bu belgeyle ortaya çıktı.
7. Taraflar arasındaki sert düşmanca tavırlar yumuşamış, sosyal ve ticari ilişkiler artmıştır.
8. Hudeybiye , Müslümanların askeri başarılarının en açık bir yazılı belgesi olmuştur.
Hayber`in Fethi (629) –(Hayber Kalesi)
Hayber Yahudileri Mekkelilerle iş birliği yaparak Müslümanlar için devamlı bir tehlike oluşturuyorlardı.Hz. Peygamber bu tehlikeden kurtulmak için hemen harekete geçti ve beraberindeki bin beş yüz Müslümanla Hayber Kalesini Kuşattı.
Hayberliler Hz. Peygamber`in hızlı hareketi nedeniyle kuşatma için hazırlık yapamamışlardı. Bu yüzden daha fazla direnmeden teslim oldular. Sonuçta Hz. Peygamber tarımdan elde ettikleri ürünlerin yarısını vermeleri şartıyla Yahudilere topraklarını geri verdi.(629).
Hz. Peygamber ve Müslüman Hudeybiye`den bir yıl sonra , antlaşmanın tanıdığı hakka dayanarak Kâbe`yi ve Mekke`yi ziyaret ettiler.
Mute SAVAŞI (629)
Nedenleri:
1. Bizans`a bağlı Gassani kralının islam elçisinin öldürmesi
2. Müslümanlardan oluşan bir keşif kolunun pusuya düşürülmesi.
Sonuçları:
1.Her iki tarafta savaşta üstünlük sağlayamadı.
Önemi: Mute savaşı Bizans İmparatorluğu ile Müslümanlar arasında ilk savaştır.
Mekke`nin Fethi (630)
Bir süre sonra Mekkeliler iki kabile arasındaki mücadele taraf tutarak Hudeybiye Antlaşmasına uymadılar. Hz. Peygamber bu durumda , bir sefer için hazırlıklara başladı. Mekke civarındaki dağların arkasında ordugâhını kurduğu zaman on bin kişilik bir kuvveti vardı. Mekkeliler ordugâh kuruluna kadar müslümanların hareketinden haberdar olmamışlardı.
Bu arada Mekke`nin en büyük reisi Ebu Süfyan müslüman keşif birliklerinin eline esir düştü. Hz. Peygamber müslüman olan Ebu Süfyan`ı ertesi günü serbest bıraktı. Bu sırada müslüman ordusu dört yönden Mekke`ye girmeye başladı. Ayrıca Ebu Süfyan , müslüman ordusunun büyüklüğünü anlatarak direnmenin faydasız olduğunu Mekkeliler`e söylemişti. Böylece Mekkeliler savaşmadan müslümanlara itaat ettiler.
Hz. Pegamber şehre girdikten sonra Kâbe`ye gitti ve orada putları kırdırdı. Düşmanları ve eski Hemşerilerine büyük bir alçak gönüllülükle konuşarak “ Hepiniz Hürsünüz “ dedi. Bu sözlerin Mekkeliler üzerinde büyük etkisi oldu. Kendiliklerinden islam dinini kabul ettiler.
Huneyn SAVAŞI ve Taif SEFERİ (630)
Nedeni:
Putperestler, müslümanlara karşı Taiflilerle birleşerek Huneyn denilen yerde toplanmışlardı. Üzerlerine yürüyen İslam ordusuna yenilerek Taif `e sığındılar. Ancak Taif alınamadı. Taifliler 631 yılında müslümanlığı kabul ettiler.
Sonucu:
Hicaz başta olmak üzere Arabistan`ın büyük bir kısmı İslam dinine girdi. Hz. Muhammed müslüman olmayan Araplarla son mücadelesini yapmıştır.
Huneyn Zaferi, Mekke`nin fethini tamamlayıcı bir özellik gösterir.
Tebük SEFERİ (631)
Bir Bizans ordusunun müslümanlar üzerine yürüdüğü haberi duyulunca Hz. Peygamber büyük bir ordu ile Suriye üzerine sefere çıktı. Haberin asılsız olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine geri dönüldü. Bölgedeki bazı kabileler (Gassanilerin büyük bir kısmı) müslüman oldular.
**__! Tebük seferi Arabistan dışına yapılan ilk seferdir. Tebük seferi müslümanların Bizans üzerine sefer yapacak kadar kuvvetli olduğunu göstermektedir.
Bu sefer Hz. Peygamber`in son seferidir. Veba salgını olduğundan Suriye`ye gidilmekten vazgeçilmiştir. Bu durum tarihte ilk karantina sisteminin uygulanmasıdır.
Veda HACCI ve Veda HUTBESİ
Tebük Sefer`inden sonra Medine`ye dönen Hz. Muhammed ertesi yıl kalabalık bir müslüman topluluğu ile Mekke`ye hac yapmaya gitti. Bu hacca islam tarihinde “ Veda Haccı “ denir. Hz. Muhammed bu hacda haccın nasıl yapılcağını müslümanlara bizzat kendisi göstermiştir.
Hz. Muhammed `in aynı yıl içerisinde vermiş olduğu hudbe`ye de “ Veda Hutbesi “ denir. Bu hudbe`de cahiliye devrinin sona erdiğini, kölelik ve efendilik müessesinin ortadan kalktığını, herkesin eşit olduğunu belirtmiştir. Hz. Muhammed bu Hutbesi`nin sonunda
Kur-an`ı Kerim`in tamamlandığı ve görevinin sona erdiğini bildirerek müslümanlara veda etmiştir.
Veda Haccı`ndan sonra Hz. Muhammed Medine`ye dönmüş rahatsızlıklarının giderek artması üzerine imamlık görevini Hz. Ebubekir`e bırakarak, 8 Haziran 632`de Pazartesi günü vefat etmiştir.
Mezarının ismi Rauza-i Muhtahhara `dır. Vefat eden Hz. Muhammed , Medine`ye defnedildi. İslam tarhinde Hz. Muhammed `in vefatıyla “ Dört Halife Dönemi “ başlamıştır.
DÖRT HALİFE DEVRİ (632-661)
Hz. Muhammed`in vefatından sonra Hz. Ebubekir `le başlayıp , Hz. Ali `ye kadar süren döneme Dört Halife Devri denir. Bu dönemde halifeler seçimle başa geldikleri için bu döneme Cumhuriyet Dönemi denir. Bu dönem İslamiyetin yayılması ,kökleşmesi ve kuvvetlenmesi bakımından önemlidir.
Hz. Ebubekir DÖNEMİ (632-634)
Hz. Peygamber`in ölümü ile ortaya çıkan yalancı peygamberlerin ve zekât vermeyenlerin isyanlarını bastırarak Arap Yarım adasından siyasi birlik sağlanmıştır. Kur-an`ı Kerim kitap haline getirilerek özgün halinin korunması sağlanmıştır.
Halife, komutan ve yüksek dereceli memurlara maaş bağlanmıştır. Arap Yarım Adası dışında ilk kez fetihlere başlanmıştır. İslam ordularının düzenli olarak fetihle görevlendirildikleri ülke Suriye olmuştur. Husamin Zeyd komutasındaki ordu Suriye`ye , Halid Bin Velid komutasındaki ordu Irak`a gönderilmiştir. Müslümanların Güney Filistin`i ele geçirmelerinin üzerine Bizans elli bin kişilik bir orduyu Suriye`ye göndermiştir. Bunun üzerine Halid Bin Velid Suriye`ye gelip İslam ordularının başına geçmiştir. İki ordu Yermük Irmağı kıyılarında savaşmışlar ve müslümanlar Bizans ordusunu Yenilgiye Uğratmışlar.(634).
Yermük Zafer, inin Sonucu:
* Suriye`nin kapıları islam ordularına açılmıştır.
Hz. Ebubekir Yermük Zafer`inden sonra 23 Ağustos 634 `de vefat etmiştir. Aziz dostu Hz. Muhammed `in yanına defnedilmiştir.
Hz. Ömer DÖNEMİ (634-664)
Hz. Ebubekir hastalandığı zaman tavsiyetname hazırlayarak kendinden sonra msülümanlar arasında karışıklık çıkmasını önlemek için Hz. Ömer Halife olmasını istemiştir. Böylece Hz. Ömer hiçbir itiraz meydana gelmeden halife olmuştur.
Hz. Ömer başa geçinci Halid Bin Velid`i ordu komutanlığına alarak, Ebu Hubeyde`yi atamıştır.
İslam ordusu 635 `de Şam`ı (Dimaşk) kuşatmış ve altı ay süren mücadeleden sonra şehri ele geçirmiştir. Suriye `nin fethi tamamlandıktan sonra msülümanlar Kudüs`e ilerlemiştir bunun üzerine Kudüs Bizans`tan yardım istemiş imparator Herakleois deniz yoluyla Kudüs`e yardım göndermiştir. Suriye`deki tüm islam orduları Arm ve As başkanlığında birleşerek Bizans kuvvetleri ile karşılaşmışlardır.
636 yılında yapılan “ Ecnadin “ savaşını müslümanlar kazanmış , ardından Kudüs `ü kuşatmışlardır. Kudüs Patri halifeye teslim olacağını bildirince şehir savaş yapılmadan msülümanların olmuştur.
Irak CEPHESİ
* Köprü Savaşı (634):
İslam orduları Fırat Nehri kenarında İran ordularıyla karşı karşıya gelmiş ve savaşı kaybetmişlerdir. Komutan Ebu Veyde ve pek çok islam askeri şehit olmuştur.
* Kadisiye Savaşı (636):
Irak cephesindeki ordunun başında Sad Bin Ebi Vakkas vardır. Müslümanlar ile Sasaniler Küfe yakınlarında Kadisiye denilen yerde tekrar karşılaşmışlardı. Savaşı islam orduları kazanmıştır.
Sonuçları:
1. Böylece Irak müslümanların eline geçmiş, İran yolu açılmıştır.
2. Bu savaşın ardından Sasaniler`in başkenti Medain şehri ele geçirilmiştir.(632)
* Celula Savaşı (637):
Bu savaş msülümanlar kazanmışlardır. (Sasanilerle yapılmıştır.)
Müslümanlar bu arada Basra ve Kûfe `de yeni askeri üsler kurarak ordularını takviye etmişler ve güçlerini arttırmışlardır.
* Nihavend Savaşı (642):
İranlılar topladıkları kuvvetlerle müslümanlar üzerine tekrar saldırmışlar ve Nihavend de yapılan savaşı msülümanlar kazanmıştır.
Sonuç:
İran ordusu dağılmış ve İran şehirleri tamamen müslümanların eline geçmiştir.
Irak ve Suriye seferlerinden başka İslam orduları El_Cezire ( Yukarı Mezepotamya ) yönelmişler 639 yılında Urfa , Harran ve Diyarbakır feth edilmiş ve 634-664 yıllarında Azerbaycan , tamamiyle feth edilmiştir.
Önemi:
Nihavend savaşlarıyla , müslümanlar sınır komşusu olmuşlardır.(Karluklar ve Türkişler)
Suriye `nin fethinden sonra Mısır müslümanlar için bir hedef haline gelmişlerdir. Mısır Bizans hakimiyeti altındaydı ve ağır vergiler veriyorlardı. 642 yılında Mısır `ın fethinden sonra Lidye ve Trabulusgarb islam ordularınca feth edildi.
_ Hz. Ömer Döneminde Yapılan Düzenlemeler_
1. İlk kez divan teşkilatı kuruldu.
2. Adli teşkilat kuruldu. Vilayetlere validen ayrı olarak kadılar atandı.
3. Feth edilen ülkelerin yönetim birimlerine ayrılmasıyla büyük iller ortaya çıktı.
4. Irak, Mısır, Suriye , Cünd adı verilen devamlı ordugâh şehirleri kurulmuştur.
5. Hicri takvim hazırlanarak kullanılmaya başlanmış
6. Ekonomik alanda yenilikler yapılmıştır.
7. Askeri amaçlı ikta sistemi uygulanmıştır.
Hz. Ömer son derece sade bir hayat yaşayan adaletli yönetimi ile herkesin güvenini kazanan islam devletlerini sınırlarını Lidya`dan Horasan`a kadar ve Kafkasya`ya kadar genişleten Hz. Ömer 644 yılında İranlı bir köle tarafından hançerlenerek öldürülmüş ve şehit olmuştur.
Hz. Osman DÖNEMİ (656)
Hz. Ömer vefat etmeden önce yerine geçecek halifeyi belirlemek üzere Hz. Muhammed `in eski arkadaşlarından 6 kişiyi görevlendirmişti. Bu arkadaşların yaptıkları görüşmeler sonucu Hz. Osman Halife seçilmiştir.
Hz. Osman fetih hareketlerine devam etmişler. Bu dönemde islam orduları Kafkaslarda Hazarlar ile karşılaşmışlardır. İslam orduları sık sık Torosları aşarak Anadolu içlerine kadar akınlar düzenlemişlerdir.
Bizans`ın eline geçen İskenderiye geri alınmıştır. Anadolu`da islam orduları Kayseri`ye kadar ilerlemişlerdir. Kafkasların bir kısmı ve burada Hazar Türkleriyle savaşılmıştır. Horosan`ı alan islam orduları Ceyhun Nehri`ni geçecek Asya içlerinde ilerlemişlerdir. Böylece Türkler ve müslümanlar arasındaki savaş başlamıştır.
Suriye sahillerinde ilk islam donanması kurulmuştur. Şam valisi Muaviye tarafından kurulmuştur. Muavi`ye Kıbrıs`ı kuşatarak 649 yılında almıştır. İslam tarihindeki ilk karşıklıklar bu dönemde çıkmıştır.
Hz. Osman yumuşak huylu ve iyi niyetliydi. Başta valilikler olmak üzere ordu komutanlıklarına ve önemli görevlerine Ümeyye ailesinden akrabalarına getirmiştir. Bu valilerin idaresinden memnun olmayanlar ve münafıklarında kışkırtması Hz. Osman`a karşı muhalefete başlamışlardır. Yaşlılığından dolayı Hz. Osman kendisine karşı oluşturulan bu muhalefeti bastırmakta güçlük çekiyordu. Bu arada Mısır, Basra ve Kûfe`den 500 kişilik bir grup Medine`ye gelerek ortalığ karıştırdılar. Bundan sonra olayların önüne geçilemedi. Ve Hz. Osman evinde Kur-an`ı Kerim okurken 17 Haziran 656 `da bu grup tarafından şehit edildi. Bu olay daha sonraki yıllarda meydana gelebilecek huzursuzlukların temelini oluşturdu.
Çeşitli şehirlerde Kur-an`ı Kerim ayetlerinin farklı şekillerde okunması üzerine Kur-an`ı Kerim çoğaltılarak ordugâhlara ve öenmli merkezlere gönderilmiştir. Bu Hz. Osman döneminin en önemli olayıdır. Horasan ve Harzem fethedildi.
Hz. Ali DÖNEMİ ( 656-661):
Hz. Osman`ın şehit edilmesinden sonra halifelik Hz. Ali`ye teklif edilmiştir. Hz. Ali önceleri bu teklifi kabul etmediysede ısrarlar karşısında olumlu cevap vermiştir. Hz. Ali döneminde halife olduktan sonra Hz. Aişe , Zübeyr Avvam ve Talha Bin Ubeydullah, Hz. Osman katillerinin derhal cezalandırılmasını istemişlerdir.
Hz. Ali Kûfe`ye gelerek buradan yardım aldı. Basra üzerine yürüdü. Hz. Ali `nin Barış çabaları snuç vermeyince iki taraf arasında savaş başladı.
* Camel Vak`ası (Deve Savaşı 656):
Çatışma , Hz. Aişe `nin devesinin etrafında geçtiği için bu savaşa “ Deve Savaşı “ denmiştir.
Yapılan savaşta Zübeyr ve Talha şehit edilmiştir. Aişe `ye dokunulmamıştır. Savaştan sonra Hz. Ali dönmemiş Kûfe`yi merkez yaparak , Irak `ı kontrolüne almıştır.
Ancak Şam valisi Hz. Ali`nin halifeliğini tanımayarak mucadeleye devam etmiştir. Hz. Osman `ın katillerini cezalandıracağını ilân etmiştir.
* Sıffın Savaşı (657):
Hz. Ali`nin barış teşebbüsleri yine sonuçsuz kalınca iki taraf arasında savaş çıkmıştır. Temmuz 657 `de Fırat Nehri kıyısında Sıffın adı verilen yerde başlayan savaşta Muaviye yenilirken Amr Bin As `ın teklifi üzerine askerler mızraklarının ucuna Kur-an`ı Kerim saifelerini takmış ; “ Aramızda Kur-an`ı Kerim hakem olsun “ demişlerdir. Hz. Ali kendi askerine bunun hile olduğunu söylesede askerler bunu dinlememişlerdir. Bunu üzerine islam tarihinde hakem olayı denilen bir hadise gerçekleşmiştir. Arm Bin As Muaviye`nin , Ebu Musa El-Eşari ise Hz. Ali `nin hakemi olmuştur. İkisi yaptıkları görüşmelerden her iki tarafın halife olmasını yeni bir halife seçilmesini kararlaştırmışlardır. Yinede bu kararlar islam dünyasının bölünmesini engelleyemedi. Hakem olayından sonra islam dünyasından sonra Hz. Ali yanları, Hz. Muaviye yanları ve her ikisini de kabul etmeyen hariciler olarak ayrılmıştır. Hz. Ali tarafına Şîî, Hz. Muaviye tarafına Emevi denirdi.
* Nehrevan Savaşı (659):
Hariciler Hz. Ali`nin üzerine yürümüştür. Halkıda isyana teşvik etmişlerdi. Bunun üzerine Hz. Ali bu olayı Nehrevan savaşıyla dağıtmıştır. Hariciler islam dünyasının bu şekilde dağılmasını Hz. Ali , Hz. Muaviye ve Arm Bin As `ı sorumlu tutarak suikast yapmaya karar vermişlerdir. Hz. Ali şehit edildi, diğer ikisi kurtulmuştur. Böylece dört halife devri kapanmıştır.
_DÖRT HALİFE DEVRİ`NİN GENEL ÖZELLİKLERİ_
• Halifeler seçimle iş başına gelmişlerdir.
• Bu dönemde Arap milliyetçiliği yapılmamıştır.
• Türklerle ilk siyasi ilişkiler bu dönemde başlamıştır.
• İslam Devleti bölgenin en önemli siyasi gücü haline gelmiştir.
• Sistemli bir devlet teşkilatı oluşturulmuştur.
EMEVİLER (661-750)
Hz. Ali `nin şehit edilmesinden sonra islam dünyası, Emevi ailesinden Muaviye`nin eline geçti. Muaviye, Emevi devletini kurduğu sırada ırkta bulunan müslümanlar da Hz. Ali`nin büyük oğlu Hz. Hasan `ı halife seçmişlerdi. Hz. Hasan Muaviye`nin ordu topladığını duyunca, bazı şartlarla halifelikten vazgeçti. Ancak, muaviye sözünde durmadı. Hz. Hasan `ın ölümünden sonra , oğlu Yezid`i veliaht ilân etti. Muaviye devrinde halifelik , babadan oğula geçen bir saltanat haline geldi.
Yezid DÖNEMİ (680-683):
Yezidìn halifeliğine Hz. Hüseyin karşı çıkınca , Hz. Huseyin ve onun çok az sayıdaki taraflarını Kerbelâ `da şehit etti (681).
ÖNEMİ: İslam dünyası , bu olaydan sonra kesin olarak Sunnî ve Şîî mezheplerine ayrılmıştır. Bu devirde Ukbe Bin Nafî , Kuzey Afrika`nın fethini tamamlamıştır.
Abdülmelik DÖNEMİ (685-705):
Emevilerin en parlak dönemidir. Arapça resmi dil ilân edildi. İlk defa Arapça yazılı paralar basıldı.
Velid DÖNEMİ (705-715):
Abdülmelik 705 yılında ölünce yerine oğlu Velid geçti. Bu dönem Emevilerin en parlak ve en hızlı geliştiği dönemdir. Doğuda Türklerle sert mücadeleler sonunda müslümanlar bir yandan Hindistan `a ulaştılar. 771 yılında Tarık Bin Ziyad komutasındaki müslümanlar Avrupa`ya (İspanya yoluyla) geçtiler. İspanya`ya Vizigotlar`ı yenen Tarık , Kuzeye doğru ilerledi ve İspanya fethedildi.
Velid`in 715 `te ölümünden sonra duraklama dönemine giren Emevi Devleti fetih hareketlerine girişemedi. 716 yılındaki İstanbul kuşatması başarırız kaldı. Ömer Bin Abdülaziz döneminde yeniden toparlanıldıysa da bu uzun sürmedi. Bu durgunluğu gidermek için son halifelerden Hişam zamanında İspanya üzerinden Fransa`ya yüründüyse de bu olay bozgunla sonuçlandı.
* Putavya Savaşı (732):
_Nedeni:
Müslümanların Avrupa içi, Hristiyanlığın merkezi olan İtalya`ya doğru ilerleyerek islamiyeti yaymak istemeleri , Avrupalılar`ın da müslümanlara karşı birleşerek onları Fransa`dan atmak istemeleri.
732`de yapılan savaşta başta Franklar olmak üzere , Hristiyan Avrupalılar Emeviler`i bozguna uğrattılar.
_Sonucu:
Müslümanların Batı Avrupa`daki ilerleyişlerinin durmasına hatta gerilemesine neden olmuştur. Müslümanlar buradan daha ileriye gidemediler. İslam Dünyası`nı olmusuz yönde etkileyen ilk büyük savaş Putavya `dır. Zayıflamaya başlayan Emeviler devletinde merkezi otorite de bozulunca 750 yılında Ebu Müslim Horasani komutasındaki Abbasileri temsil eden ordu, Emevilere son verdi.
Emevi Devleti`nin Yıkılış Sebepleri:
• Emeviler Arap olmayan müslümanları “ Mevali “ (azat edilmiş köle) gözüyle görmeleri Emevilere karşı kin ve husumet uyandırmıştır.
• Sonradan müslüman olanlardan cizye vergisi almaya devam etmeleri.
• Emevi fetihlerinin İspanya`da ve Asya`da durulmuş olması.
• Şîî ve Haricilerin devleti zayıflatmak için faaliyetleri.
• Sınırların genişlemiş olması nedeniyle, merkezi idarenin kontrolünün zayıflaması.
• Zevk ve sefanın artmış olması.
_Yıkılışı:
Horasan bölgesinin komutanı Türk asıllı Ebu Müslim isyan ederek Hz. Peygamber`in amcası Abbas`ın soyundan gelen Ebu`l Abbas Abdullah`ı halife etti. Emevi sülalesinden yakalananlar öldürülmüş. Kurtulanlardan , Abdurrahman , İspanya`ya giderek “ Endülüs Emevi Devleti” `ni kurdu (756).
*__! Endülüs Emevi Devleti`nin kurulmasıyla islam dünyasında Abbasi ve Endülüs Emevi Devleti olmak üzere iki siyasi güç ortaya çıktı.
ABBASİLER DEVLETİ DÖNEMİ (750-1258)
Emeviler 750 yılında ortadan kaldırılan Abbasiler İslam Dünyası`na kısa zamanda hakim oldular.
İlk Abbasi halifesi Ebu`l Abbas Abdullah `tır. İslam devletini dağılmaktan kurtarır ve güçlendirir. Daha ilk yılında Çinlilerle Orta Asya`ya hakim olabilmek için Talas Irmağı kenarında büyük bir meydan savaşı yapıldı. Türklerde bu savaşta ilk defa olarak müslüman Araplar`ı destekledikleri için savaşı müslümanlar kazanmıştır.
Talas savaşı Abbasi Devleti`nde olumlu etki yaparak ve devlet bütün İslam Dünyası`nda kabul görecektir. Daha sonra güçlenen Abbasiler Irak`a önem verecekler ve başkenti Bağdat`a taşınacaklardır. Daha sonraları Bağdat büyük bir kültür merkezi haline gelecektir.
786-805 yılları arasında Abbasilerin lideri olan Harun Reşit bu devlete en parlak dönemini yaşatmıştır. Devleti siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel yönlerden en iyi dönemini yaşatmıştır. Bizansla mücadele edilmiş ve büyük başarılar sağlanmıştır. Abbasiler Harun Reşid`in oğulları zamanında gücünü devam ettirdi. Emin , Memun ve Mu`tasım dönemlerinde türkler Abbasi ordusunda hizmet ettiler. Üst kademelere kadar yükseldiler. Böylece IX. Yüzyıldan sonra Abbasiler Devleti`nde Türkler etkili rol oynadılar. Yine bu dönemlerde Bizanslılardan korunmak için sınırlarda türklerden oluşan Avasım şehirleri kuruldu.
Asrın ikinci yarısından sonra hakim olduğu sahalara özerklik (muhariyet) tanıdı. Böylece bazı küçük devletçikler çıktı ki bunlar
“ Tavaifül Mulk ” denildi. Bu devletlerden bazıları şunlardır: Tolunoğulları , İhşitler, Tahiroğlulları, İdrisiler, Ağlebiler vb.
Ayrıca 10. asırdan sonra Şîî Fatımiler Kuzey Afrika`da etkili olunca Abbasiler bu asırdan sonra Kuzey Afrika`da varlık gösteremediler.
1055 yılında Tuğrul Bey Bağdat`ı Şîî Büveyh oğlullardan kurtardıktan sonra siyasi gücü eline aldı. Böylece Abbasiler islam dünyasındaki güçlerini Selçuklu Türklerine bıraktılar.
Zayıflamış olan Abbasi Halifeliğine 1258 yılında İlhanlı Moğolları (Hülagu) son verdiler. İslam Dünyası`na Osmanlılar`dan sonra en uzun ömürlü hanedan olan Abbasiler İslam Dünyası`na birçok alanda büyük katkıda bulunmuştur.
_ • Abbasiler`in Genel Özellikleri • _
• İslam tarihinde ilk medreseler, vezirlikler ve anlam da Divan teşkilatı bu dönemde kurulmuştur.
• Sadece Araplar`ı ön planda tutan değil bütün müslümanlara eşit davranab bir devletti.
• Hiçbir zaman Avrupa`ya sahip olmamışlardır. İlk Çağ Yunan, Roma klasikleri Arapçaya tercüme edilmiştir.
• Türklerle yakın ilişkiye girilmiş ve türkler bu dönemde müslüman olmuşlardır.
• Irak önem kazanmıştır.
• Bilim ve tekniğe çok büyük önem verilmiştir. İslam dünyası bu dönemde en önemli kültür merkezlerine sahip olmuştur. Hakim oldukları sahalara özerklikler ( Tava`ifül Mülk ) tanınmıştır.
• Merkezi otorite çok güçlü değildi.
• Sınırların genişlemesi savaş yoluyla değil hoşgörüyle gerçekleşmiştir.
• Moğollar tarafından ortadan kaldırılmıştır. Böylece sadece Irak değil, Afrika dışında bütün islam dünyası Moğolların tahribatına uğramıştır.
• Bu dönemden sonra islam dünyasında genelde Türkler hakim olmaya başlamışlardı.
ENDÜLÜS EMEVİLER`İ DÖNEMİ (756-149)
Emevilerin 750 yılında yıkılışlarından sonra , Abbasiler`in egemenliğini tanımayan İspanya`daki müslümanların başına yine Emevi Hanedanı`ndan Abdurrahman geçti. Kurtubay`ı başkent yaparak Avrupa müslümanlarını bu devlet temsil etti. Endülüs Emeviler`i daha çok ilme öenm vererek mükemmel ilim ve kültür merkezleri meydana getirdiler.1031 yılında bu devlet çeşitli kollara ayrıldı. Bu dönem 1031`den 1942 yılına kadar sürdü. Bu dönemde “ Tava`ifül Mülk “ devri denir. En etkili devletçilik Beniahmer Devleti`dir. Askeri ve Siyasi gücünü kaybeden Endülüs Emevileri`ne 1492 yılında İspanyol Kastilyalılar son verdi.
ÖZELLİKLERİ:
1. Sanat , Bilim ve Kültür`e en çok önem veren islam devletidir.
2. Sınırları sadece İspanya ile çevrilidir.
3. Avrupa`da Rönesans`a iki eden iki islam devletinden biridir.(diğer Osmanlı).
__DEVLET TEŞKİLATI__
a-) Devlet Başkanı:
1. İslamın siyasi yapısı dini temellere dayanıyordu.
2. Medine`de Hz. Muhammed `e kurtarıcı gibi bakılması onun hem siyasi hemde dini görevleri yürütmeyi üzerine almasına sebep olmuştur.
3. İlk islam devleti Peygamber efendimiz tarafından kurulmuştur.
4. Halifeler dini ve idari vazifelerin dışında bütün yetkileri de kullanıyordu.
5. İlk dört halife seçimle iş başına geldiğinden bunların zamanına CUMHURİYET DEVRİ `de denilir.
b-) Merkezi Teşkilatı:
1. İslam devletinin merkez teşkilatı ilk önceleri son derece basitti.
2. Fetihlerle devlet sınırları genişleyince ortaya çıkan ihtiyaçları karşılamak üzere yeni müesseseler kuruldu.
3. Merkez teşkilatı Abbasiler zamanında mükemmel hale geldi.
4. Asayiş işlerinde sorumlu olmak üzere “ Şurta Teşkilaı “ kuruldu.
5. Binin emir ve yasaklarına uyulmasının sağlanması,çarşı pazarın konrolü ahlaka aykırı hareketlerin önüne geçilmesi “ Hisbe Teşkilatı “ `nın vazifesi idi.
6. Pasta işlerini Divan Berid yönetiyordu. Emeviler zamanında kurulmuştu.
7. Abbasi halifeleri devlet işlerine fazla vakit ayıramadıklarından bunlar adına işleri çekip çevirecek “ vezirlikler “ mühtesiplik gibi görevler ortaya çıkmaya başladı.
ORDU
1. İslamın ilk dönemlerinde ordu gönüllerinden oluşuyordu. Cihad`ı bütün müslümanlar için farz kılınması , onları oloğal asker olarak kabul ediyordu.
2. Sınırların genişlemesi ile asker sevkiyatı güçleşti. Bu yüzden sınır boyları ordugâh şehirler kurulmaya başlandı.
**__! Ordugâh şehirlere önce askerler, sonra onların aileleri yerleşiyordu. Böylece hem sınır muhafazası , hem fetihlerin kolaylaması, hem de İslam`ın yayılması sağlanıyordu.
3. Abbasiler zamanında Türk tesiri ile 10`lu sistem islam ordu teşkilatına girdi.
4. İlk islam donanması ise Hz. Osman zamanında Suriye`de kuruldu.
ADALET
Hicretten sonra adalet işlerine bizzat Hz. Muhammed bakıyordu. Hz. Ömer zamanında devlet sınırları genişleyince her vilayette kadılıkları kuruldu.
DİN VE İNANIŞ
İslam kelimesi , Allah`ın irade ve isteklerine teslim olmak demektir. İslamiyeti kabul edenlere Müslüman denir.
Müslüman ; kendisini , nefsini ve bütün varlığını Allah`a teslim etmiş. Allah `ın birliğine inanmış , bu suretle selamete erişmiş insan demektir. İslam dinin temeli Kur-an`ı Kerim `dir. Kur-an`ı Kerim Allah tarafından Hz. Muhammed `e gönderilen vahiylerin bir araya toplanmasıyla meydana gelmiş ve bu güne kadar da hiç bir değişikliğe uğramamamıştır. Her dinde olduğu gibi islam dininde imana ve ibadete ilişkin esasları vardır.
_İmana ilişkin esaslar: Müslüman olmak için bazı şartlar kabul etmek mecburiyeti vardır. Bunlara imanın şartları denir. Bu şartlar şunlardır:
1. Allah`ın birliğine inanmak
2. Meleklere inanmak
3. Kutsal kitaplara inanmak
4. Peygamberlere inanmak
5. Ahiret gününe inanmak
6. Kader, hayır ve şer herşeyin allah`tan geldiğine ve öldükten sonra yeniden dirilişe inanmak
İbadete ilişkin esasları: Bir müslümanın islam dininin beş temel şartına uyması Allah tarafından farz kılınmıştır. Bu şartlar şunlardır:
1. Kelimeyi şahadet getirmek
2. Günde beş vakit namaz kılmak
3. Yılda bir ay oruç tutmak
4. Zekat vermek
5. Hacca gitmek
SOSYAL ve İKTİSADİ HAYAT
Sosyal Hayat:
İslamiyet bütün müslümanların eşit ve kardeş kabul etmekle birlikte Emeviler zamanında Araplar Kendilerini diğer müslüman milletlerden üstün gördüler devlet yönetiminde bütün önemli görevler ve askerlik Arapların elindeydi. Arap olmayan müslümanlara karşı
“ mevali “ deniyordu. ( İranlılar , Mısırlılar, Berberiler ve Türklerr gibi). Toplumda diğer bir sosyal sınıf “ zımnîler “ (gayri müslimler ) idi. Emevilerin , mevaliyi küçümsemesi , vergi yönünden haksızlıklar yapması , yıkılışlarındaa en önemli sebeplerden biri oldu.
Abbasilerin yönetime gelmesiyle , mevalinin durumu değişti. Müslüman olmak şartıyla her milletten kişiler önemli görevlerle gelmeye başladılar. Önce İranlılar, daha sonra Türkler , Sivil ve askeri görevlere getirildiler.
Ekonomik Hayat:
İslam Devleti`nde ekonomik hayat Abbasiler döneminde gelişme gösterdi. Devletin tüm gelirleri Beytü`l-Mal denilen devlet hazinesinde toplanırdı.Hazinenin başlıca gelir kaynakları şunlardı:
1. Öşür: Müslüman halktan alınan onda bir oranda toprak vergisi.
2. Haraç ve cizye: Müslüman olmayanlardan alınan toprak vergisine “ haraç “ sağlıklı gayri müslim erkeklerden , askerlik görevi karşılığı alınan vergiye de “ cizye “ denir.
3. Zekat ve Sadaka: Zengin müslümanlardan alınan bir vergi olup toplanan zekat ve yoksulluklara dağıtılırdı.
4. Ganimet: Savaşlarda elde edilen ganimetin beşte biri hazineye aitti.
5. Diğer Gelirler: Maden , orman , otlak , tuzla gelirleri , yalancı tüccarlardan alınan vergiler ve yabancı devletlerin gönderikleri vergi ve hediyeler.
Toplanan gelirler orduya , kale yapımlarına , bayındırlık işlerine , fakir , dul , yetim ve hastalara harcanırdı. Vali ve komutanlara , büyük devlet memurlarına maaş yerine arazi verilirdi. Bu kişiler , kendilerine verilen araziden aldıkları öşür ve haraçlarla geçinirlerdi.
İlk altın ve gümüş para Emevi Halifesi Abdülmelik (685-705) zamanında basıldı. Altın paraya “ dinar “ , gümüş paraya “ dirhem “ denirdi. Fetihler sonrasında Irak , Suriye , Mısır , Maveraünnehir`de tarım çok gelişti. Abbasiler döneminde tarımın gelişmesi için sulama faaliyetleri başlatıldı ve bataklıklar kurutuldu. Sulanabilen alanlarda, buğday, arpa, pirinç, en çok yetiştirilen ürünler oldu.
Yazı , Dil ve Edebiyatı
İslamiyet yayılması paralel olarak , Arap alfabesi de yayıldı. Arap harfleri bütün islam ülkelerinde ortak yazıyı oluşturdu. M.Ö IV. Yüzyılda Kuzey Arabistan`da bir devlet kurmuş olan Nabatlıların yazısı , Arap harflerinin doğuşuna yol açtı. Arap Alfabesiyle yazı sağdan sola doğru yazılırdı. Bu alfabede bir çok sesli harf yazılmaz bunların yerine “ hareke “ denilen işaretler kullanılırdı. Harfler , kelimelerin başında , ortasında ve sonunda değişik şekiller alınırdı.
İslamiyetle birlikte Arapça önem kazandı ve fetihler yoluyla geniş alanlara yayıldı. İslam dünyasında ortak dil durumuna geldi. Arapça`nın ortak dil durumuna gelmesinin sebebi; Arapça`nın Kuran dili olması ve ibadetin Arapça ile yapılmasıydı. Emevi Halifesi Abdülmelik zamanında Arapça resmi dil olarak kabul edildi. Arapça zamanla gelişerek , bilim ve kültür dili haline geldi.
İslamiyet öncesi dönemde Araplar arasında şiirin önemli yeri vardı. Emevilerin zamanında Hz. Muhammed`in hayatını anlatan eserler yazılmaya başlandı. Abbasiler zamanında edebiyat alanında felsefi düşünceler yer alırken , Batıdan tercümelerde yapıldı.
BİLİM VE SANAT
Bilim:
İslam dünyasında bilim alanında gelişme , özellikle fen , tıp ve felsefede olmuştur. Bilim alanında gelişme Emeviler döneminde başladı. Bu dönemde İran , Hint , Süryani ve Yunan dillerinden Arapça`ya tercümeler yapıldı. Tercüme faaliyetleri Abbasiler döneminde de devam etti. Yapılan tercümeler daha çok tıp , astronomi , fizik , kimya , matematik ve mantık gibi bilim dallarında yapılıyordu. Abbasi ve Endülüs halifeleri , bilim alanındaki çalışmalara büyük destek verdiler. Bağdat ve Kurtuba şehirleri , dünyanın en büyük bilim merkezleri durumuna geldiler.
a-) İslami Bilimler: Tesfir (Kur-an`ın ayetlerini yorumlamak ve açıklamak) ; kıraat (Kur-an`ın doğru okunmasını mümkün kılan bilim dalı) ; hadi ( Hz. Muhammed`in çeşitli konularda müslümanları aydınlatmak ve Kur-an ayetlerini açıklamak için söylediği sözler) ; fıkıh (İslam hukuku) ; kelam ( İmanın esaslarını ortaya koyan ve bunu delilleriyle savunan bilim dalı).
b-) Aklî Bilimler: Tıp , matematik , kimya , felsefe ve astronomi idi. Müslümanların bu bilim dallarını Arapça`ya yapılan tercümeler sonucu tanıdılar. Abbasi Halifesi Mansur zamanında başlayan tercüme faaliyetleri , Harun Reşid ve Memun zamanlarında büyük gelişme göstermiştir. Bu dönemlerde Yununca , Farsça , Hintçe ve Süryaniceden çok sayıda eşer tercüme edildi.
Eğitim Öğretim
Eğitim ve öğretim konusunda ilk gelişme Abbasiler zamanında başladı. X. Yüzyılda ilk medreseler açıldı. Bu medreselerde tefsir , hadis , fıkıh , kelam gibi islami bilimler okutuldu.
İslam dünyasında ilk büyük medreseyi Türkler kurdu. Alp Arslan`ın emriyle vezir Nizam ül-Mülk tarafından Bağdat`ta kurulan Nizamiye Medresesi dönemin en büyük ve ileri eğitim – öğretim kurumuydu (1067). Nizamiye Medresesinde , İslam bilimlerin yanı sıra matematik, felsefe, dil ve edebiyat gibi dersler de okutulurdu.
Endülüs Emevi devletinde de eğitim ve öğretim de oldukça ileriydi. Kurtuba Medresesi Müslüman öğrencilerin yanı sıra çeşitli Avrupa ülkelerinden gelen Hristiyan öğrencilerden eğitim gördüğü yerdi. Ayrıca Kahire , Gırnata ve Sevil Şehirlerinde de yüksek medreseler açılmıştı.
Sanat
1. İlk islam eserlerinin mimari özelliği yoktur.
2. Devletin sınırlarının genişlemesi ve başka kültürlerin tesiri ile islam mimarisi ortaya çıkmaya başladı.
3. İslam mimarisi başkent Şam iken Bizans tesirinde kalmıştır. Başkent Bağdat`a taşınınca Bizans tesirinin yerini Eski Doğu ve Sasani tesiri aldı.
4. Samerra şehrinin kurulması ile Türklerin mimaride etkileri görülmeye başladı.
5. Gımata`daki El Hamra sarayı batıdaki islam mimarisinin en güzel örneğidir.
--İslam Medeniyetinin Diğer Medeniyetlere Etkisi--
İslam Medeniyetinin gelişmesi, dünya tarihinin en önemli olaylardan sayılır. İslamiyet , yıllar boyunca görgü ve dini hoşgörü bakımından Hristiyan dünyasına önderlik etmiştir. Bunun yanı sıra edebiyat , tıp , felsefe gibi bilim dallarında da Batı dünyasına öncü olmuştur.
İslamiyeti yaymak amacıyla başlatılan fetihler müslümanları doğuda ve batıda değişik kültür vbe medeniyetlerle karşı karşıya getirdi. Zamanla bu medeniyetlerden etkilenen müslümanlar , kendi inanç ve görüşlerini de katarak islam kültür ve medeniyetini maydana getirdiler Emevilerle başlayan ve Abbasiler döneminde hız kazanan tercüme faaliyetleriyle eski Yunan ve Helenistik dönem eserleri Arapça`ya çevrildi. İslam bilginleri bunlardan yararlanırken , aynı zamanda kendi yorumlarını da katarak, yeni eserler ortaya koydular. Bağdat , Kahire , Şam, Kurtuba , bilim kültür merkezleri durumuna geldi.
**__! İslam medeniyeti bütün müslümanları ortaklaşa oluşturdukları bir medeniyettir.
Geniş ölçüde Bizans ve Sasanilerden etkilenmiştir.
_SONUÇ_
İslam Tarihi ile islam islamiyetin nasıl olduğunu , hangi savaşların ve nasıl olduğunu, neler yaşandığını ve birçok fetihlerin yapıldığını öğrendik.
Ben şu ana kadar mensup olduğum İslam Dini`nin geçmişini (nasıl doğduğunu) kulaktan dolma bilgilerle biliyordum. Okul derslerinde öğrenmiş olduğum bilgiler ve çeşitli kaynaklardan araştırmış olduğum İslam Tarihi`ni çok iyi öğrenmiş oldum.
İslam Dini doğduktan sonra İslam Medeniyeti kuruldu. İslam medeniyetinin ilk kurucusu olan Araplar , İslamiyet öncesi dönemde önemli bir medeniyete sahip değildiler. Arağlar islamiyetin verdiği inanç ve heyecanla bir millet haline gelmişlerdir.
İslam Medeniyeti Türklerin islamiyeti kabul etmelerinden sonra özelliklede Selçuklular ve Osmanlı Devleti döneminde büyük gelişme gösterdi ve geniş alanlara yayıldı.

9 Mayıs 2010 Pazar

Sağlıklı Yaşamın Sırları



Dünyanın pek çok ülkesinden bilim adamlarının yaptığı araştırmaları bir araya getiren Hazel Courtneye göre, uzun yaşamak isteyen kadınlar, beslenme konusunda bazı önerilere uyarak sağlıklı ve uzun bir yaşam sürebilirler. Uzun ve sağlıklı bir yaşam, aslında çok da zor değil. Ünlü bilim adamlarının verdiği tavsiyeleri uygulamak, uzun bir yaşam için yeterli.
Hazel Courtneyin 500 of the Most Important Ways To Stay Younger and Longer adlı kitabında yer alan bilgilere göre kadın lar uzun yaşamak istiyorlarsa, aşağıda verilen bazı tavsiyelere uymaları gerekiyor.
- Sağlıklı beyin hücrelerine, damarlara ve cilde sahip olmak için, rafine olmamış ay çekirdeği, kabak çekirdeği, susam ve cevizi sofranızdan eksik etmeyin.
- Alzheimer hastalarında çok az bulunan acettlcholine maddesinin kaynağı olan ciğer, böbrek, lahana, sardalye balığı gibi yiyecekleri, diyet inizde mutlaka bulundurun.
- Hafızanızı kuvvetlendirmek için adaçayı için.
- Egzersiz, meditasyon ve masaj ile rahatlayın. Stres, beyne zarar veren kortisol adlı hormonun salgılanmasına neden olur.
- Omega-3 yağlarını içeren somon, sardalye, palamut gibi balıkları haftada en az 2 kez yiyin.
- Her gün en az 1 saat güneş ışığı görün.
- Erken yatın. Gece yarısından önceki 2 saat, hücre yenilenmesi için en uygun zamandır.
- Olumlu düşünün. Olumlu düşünen ve değişen durumlara çabuk adapte olan kişiler, daha mutlu ve doyumlu bir hayat yaşıyor.
- Geceleri daha derin uyumanızı sağlayan lactucarium adlı maddeyi içeren marul yemeyi ihmal etmeyin.
- Sentetik kumaşlardan elbise giymeyin. Derinizin nefes almasını engeller.
- Acılı yemekler yiyin. Çünkü bunlar, vücuda endorfin hormonu salgılanmasına yardımcı oluyor.

MERKEZİ YÖNETİM , MERKEZDEN YÖNETİM

MERKEZİ YÖNETİM , MERKEZDEN YÖNETİM
Merkezden yönetim, kamu hizmetlerinde birlik ve bütünlüğü sağlamak amacıy­la söz konusu hizmetlere ilişkin karar ve faaliyetlerin merkezi hükümet ve onun hiyerarşik yapısı içinde yer alan örgütlerce yürütülmesi demektir. Merkezden yönetim ilkesi, “siyasi” ve “idari” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Siyasi bakımdan merkezden yönetim, bir ülkede yasama organının ve hüküme­tin tek olmasını ve dolayısıyla siyasi otoritenin tamamen merkezdeki iktidarda toplanmasını ve hukuki birliğin mevcut bulunmasını ifade eder. Böyle bir ör­gütlenme biçiminde kanun yapan ulusal meclisin dışında başka bir yasama or­ganı bulunmaz. Dolayısıyla, farklı bölgelere ve yerleşme birimlerine göre deği­şen değişik kanunlar da söz konusu olmaz. Siyasi merkeziyetçiliğe göre örgütlenmiş devlete “üniter devlet” (tekçi devlet) denilir. Türkiye, Fransa ve Japonya üniter devlet biçimine birer örnektir.
İdari bakımdan merkezden yönetim ise, daha dar bir anlamı ifade eder. İdari merkeziyetçilik, kamu otoritesinin merkezileştirilmesini gerektirir. Kamu hiz­metlerine ilişkin politikaların belirlenmesi ve kararların alınması yetkisi merke­zi organlarda toplandığı gibi bunların yürütülmesine ilişkin inisiyatif de bu organların eline verilmiştir. Merkezin hiyerarşik yapısı içinde yer alan alt bi­rimlere, bölge ve il kuruluşlarına geniş takdir yetkisi tanınmaz.
İdari merkeziyetçilik, siyasi merkeziyetçiliğin bir sonucudur. Çünkü siyasi ba­kımdan merkeziyetçi yönetim olmayan bir devlette, idari merkeziyetçilik ger­çekleşmez. Ancak, siyasi merkeziyetçiliğin varlığı, her zaman idari merkeziyet­çiliği de ortaya çıkarmaz. Örneğin siyasi merkeziyetçiliğe sahip İngiltere’de geniş bir idari yerinden yönetim uygulanmaktadır. Türkiye’de hem siyasi mer­keziyet, hem de idari merkeziyet söz konusudur.
Merkezden Yönetimin Özellikleri
Merkezden yönetimin özellikleri şöyle özetlenebilir:
1. Kamu hizmetlerine ilişkin politika belirleme, karar alma ve yürütme yetkisi merkezi bir organın ya da organların elinde toplanmıştır. Böylece kamusal mal ve hizmetler, başkentteki bir organ tarafından planlanmakta ve yöne­tilmektedir. Merkezi organ, söz konusu hizmetlere ilişkin faaliyetleri bölge ve il düzeyindeki kuruluşları aracılığıyla yürütür. Bu kuruluşların görevleri, merkezden gelen emir ve talimatları aynen uygulamaktır.
2. Kamu hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin gerekli gelir ve giderler merkez­den yönetilmektedir.
3. Merkezi idare birimlerinde görev alacak personelin atanması işlemi merkez tarafından yürütülmektedir. Merkezi idare kamu personelinin yer değiştir­me ve terfi gibi bazı işlemlerini kendine bilgi vermek şartıyla hiyerarşik ya­pısı içinde yer alan bölge ya da ildeki kuruluşlarına da bırakabilir.

Merkezden Yönetimin Yararları
Merkezden yönetim ilkesi, bütün ülkelerde çeşitli alanlarda uygulandığına göre, bazı hizmetlerin yürütülmesinde önemli bir takım avantajlara sahiptir.
1.
Merkezden yönetim, merkezi hükümetin siyasi ve idari bakımdan güçlen­mesine imkân sağlar ve yönetimde birlik ve bütünlüğün gerçekleşmesine yardımcı olur.
2.
Mahalli yönetim ünitelerine yasama ve yürütme konularında kımi bir bağımsızlık verilmektedir. Ancak bunlar, ulusal hükümet karşısında ikinci derecedeki egemen kuruluşlardır. Bu mahalli yöne­tim birimlerinin yetkileri federal anayasa tarafından düzenlenmektedir.
Siyasi yerinden yönetim, federal devlet sistemini ortaya çıkarmıştır. Federa­lizm, üniter devlet sisteminden farklı ve onun zıddı bir siyasi sistemi temsil eder. Üniter devlet sisteminde, vatandaşlarla ulusal hükümet arasına giren ege­menlik gücüne sahip başka yönetim birimleri bulunmamaktadır. Başka bir ifade ile üniter devlette ulusal hükümetin dışındaki yönetim ünitelerine bırakılmış bir egemenlik alanı yoktur. Ancak bu devlet sistemi, ulusal hükümetin (merkezi idarenin) birçok kamu hizmetinin yürütülmesini belediye gibi yerel yönetimlere ya da bölgesel kuruluşlara aktarmasına mani değildir.
Üniter devlet sisteminde örgütlenme, merkezi idare ve mahalli idareler olmak üzere iki şekilde ortaya çıkmaktadır. Federal sistemde ise, merkezi idare ile mahalli idareler arasında bir başka idari kademe daha vardır; o da eyalet yöne­timidir. Federal sistemde üçlü bir kademenin olması, yönetimler arası ilişkileri­nin, merkezi hükümet yapısından daha karmaşık bir nitelik kazanmasına yol açmaktadır.
Federalizmin Örgütsel ifadesi çok merkezliliktir. Eyaletler de, merkezi hükümet gibi, otoritesini doğrudan halktan alır. Eyaletler, yapısal olarak merkezi hükü­metin müdahalesine karşı korunmuştur. Fonksiyonel olarak ise, birçok faaliyeti federal hükümetle birlikte yürütürler. “Ancak bu işbirliği, onların politika yapma rollerini ve karar alma güçlerini ortadan kaldırmaz.
Federalizmin en önemli avantajı, farklı yerel ihtiyaç ve sorunlara cevap vere­bilmek için değişik siyasi varyasyonlara izin vermesidir. Üniter devlet sistemi, bölgesel farklılıklara adaptasyon için daha az esnektir. Çünkü üniter sistemde bir tek ulusal politika vardır ve bu, bütün ülkede uygulanır.
Üniter devlet sisteminde, mahalli kamu hizmetlerinin aşırı bir şekilde merkezi otorite tarafından kontrol edildiği görülmektedir. Bu devlet sistemi, kültürel yönden homojen toplumların ya da coğrafi alan bakımından geniş olmayan ülkelerin şartlarına daha uygundur.
Üniter devlet sisteminin, halkın kamu hizmetlerine karşı ilgisini azalttığı ifade edilir. Bu görüş, her şeyi merkezi idarenin yapması, dolayısıyla merkezi bürok­rasinin vatandaşları tembelleştirici özelliğinden kaynaklanmaktadır. Üniter devlet sistemi, kamu hizmetlerine karşı ilgiyi azaltsa da siyasi katılmayı engel­lememekte, aksine artırmaktadır. Bu durum, kamu otoritesinin ve bütçe kaynak­larının büyük ölçüde merkezde toplanmasıyla ilgilidir. Bu sebeple siyasi müca­delenin odağı da ulusal hükümet ve meclis olmaktadır. Nitekim üniter devlet sistemine sahip İngiltere’de seçmenlerin %70-8O’i düzenli oy kullandığı halde, federal bir yönetim sistemini uygulayan Amerika’da başkanlık seçimlerinde oy kullananların oranı %50-60 dolaylarındadır. Üniter devlet sistemini uygulayan ülkemizde genel seçimlere katılma oram, mahalli idare seçimlerine göre daha yüksektir.
Federalizm, bir ülkedeki çeşitli siyasi, kültürel ve ekonomik sorunlara çözüm arayışının bir sonucudur. Federal yapı, din, dil ve etnik bakımdan farklılık gös­teren topluluklara belirli ölçüde siyasi özerklik tanımaktadır. Söz konusu toplu­luklar, böyle bir özerklik sayesinde kendi kimliklerini belirli Ölçüde koruyup geliştirebilmekte ve merkezi hükümetin politikalarından daha az etkilenmekte­dir. Aynı zamanda federal yapı, coğrafi bakımdan büyük bir ülkede daha geniş temsil imkânları sağlamaktadır. Çünkü federalizmde çok sayıda alt yönetim birimi ortaya çıkmaktadır. Bununla beraber, yetkilerin birçok yönetim birimi tarafından paylaşılması, sorumsuzluk riskini de artırmaktadır.
Federal yönetim biçimi, geniş coğrafi alana sahip
ülkelerle, kültürel yönden homojen olmayan ve sosyo-ekonomik
farklılıkları bulunan devletlere daha uy­gun
düşmektedir. Federal devlet sistemini ortaya çıkaran
unsurlar içinde coğrafi alanın büyüklüğü; dil, din
ve etnik yapıdaki farklılıktan daha az öneme
haizdir. Nitekim Amerika Birleşik Devletleri ve
Rusya gibi, çok büyük coğrafi alana sahip federal
devletler olduğu gibi, İsviçre gibi, çok küçük
coğrafi yapıya sahip federal ülkeler de
bulunmaktadır

İNGİLİZCE CÜMLE YAPISI VE DİLBİLGİSİ

İngilizce öğrenmeye başlarken ilk öncelikle
öğrenmeniz gereken dilbilgisi ile cümle yapılarıdır.
İngilizce’de cümle kuruluşları Tükçe’deki
cümle kuruluşundan farklıdır. Basit olarak;
Özne + (-to
be/am, is, are ) + Nesne (İsim Cümlesi)
(Subject) + (-to be/am, is, are)+ (Object)
Veya
Özne +Yüklem
+ Nesne (Fiil Cümlesi) şeklindedir.
(Subject) + (Verb)+ (Object)


İlerideki derslerimizde zarfların,
edatların, sıfatların vs. cümle içinde ne şekilde kullanılacağını ve cümle
yapılarını öğreneceğiz.
Temel cümle yapısında “Özne” en başta yer
aldığı için ilk dersimizde şahıs zamirlerini (personal pronouns) anlatıp
örneklerle pekiştireceğiz.



Cümle kurarken öznenin ardından (-to
be/olmak) fiilini ekleyerek (olmak fiili am, is, are’dır) örneklerle
şahıs zamirlerini pekiştirmeye çalışalım.
(Not: Verb to be zamanlara göre was, were
şeklini almaktadır ki bunlara ileride zamanlar konusunda değineceğiz. O yüzden
şimdilik sadece; konu yalın şekilde anlatılmıştır.)


“We” den bahsederken hakkında konuştuğunuz
topluluğun içinde mutlaka sizinde olmanız gerekiyor.
Örneğin Siz ve kız kardeşiniz ile ilgili
bir olaydan bahsederken (Me and my sister are playing cards.)
Burada “me” (ben anlamında) ve sizin kız kardeşinizden biz olarak bahsedeceğiniz
için cümle “are” ile kurulmak durumundadır. (zaman geçmiş zaman değil ise)


Yukarıdaki tabloda Verb –to be fiilinin
şahıs zamirleriyle nasıl kullanıldığını görmektesiniz. Daha iyi anlamanız için
aşağıdaki örnekleri dikkatlice inceleyiniz.
EXAMPLES : (ekzampıls)/ÖRNEKLER
-I am a student.
(I’m a
student) (Ben bir öğrenciyim.) (ay em e
sütudınt)
Not: (I am-I’m) Diğer bir yazılış şekli. En
çok bu formatta rastlarsınız.
-You are a teacher.
(You’re a
teacher) (Sen/siz bir öğretmensin/öğretmensiniz.)
(yu ar e tiçır)
Not: “are” in kısaltılmış şekli. Bu
kısaltmayı “we” ve “they “ içinde kullanıyorsunuz.
-We are going to school.(Biz okula
gidiyoruz) (vi ar going tu skul)
-They are studying.(Onlar ders
çalışıyorlar.) (dey ar stadiying)
-He is a manager. (He’s a
manager.) (O erkek bir müdürdür.) (hi iz e
menecır)
Not: Aynı şekilde “is” in
kısaltılmış şekli. Bu kısaltmayı “she” ve
“it” içinde
kullanıyorsunuz.
-She is a model.(O kız/kadın bir
modeldir.) (şi iz e madıl)
-It is a cat. (O bir kedidir.)
(it iz e ket)

İngilizce'de Cümle Yapısı

İngilizce ile Türkçe' nin cümle yapıları farklıdır. İngilizce' nin cümle yapısını aşagıdaki gibi förmüle edebiliriz. Bu formülü yapacağımız tüm ingilizce cümlelerde geçerli olacaktır.

Özne+Yüklem+Nesne+(Belirteç + Yer + Zaman)

Özneyi bulmak için yükleme (ne-kim) sorusunu
Nesneyi bulmak için yükleme (neyi-kimi) sorusunu
Belirteci bulmak için yükleme (nasıl-ne) şekilde sorusunu
Yeri bulmak için yükleme (nerede-nereye) sorusunu
Zamanı bulmak için yükleme (ne zaman) soruları sorulur.

Örnek:

Tom dün akşam masayı bir fırca ile bahçede temizledi

Bu cümlenin İngilizce yapısı bulmak için yukarda verilen förmül uygulanırsa aşagıdaki cümle yapısı ortaya çıkar.

Tom temizledi masayı bir fırca ile bahçede dün akşam.
Tom cleaned the table with a brush at the garden last night

Gramatik İngilizce

KİTAP ÖZETLERİ

MARTI KİTABIN ÖZETİ :
Jonathan bir martı sürüsünde yaşayan fakat diğer martılardan
farklı hareket eden bir martıdır. Diğer martılar gibi teknelerin arkasından yiyecek savaşı yapmayan, bütün zamanını uçmaya ayıran bir martıdır. Bu düşüncesinden anne ve babası çok rahatsız olurlar. Bu sebeple John uçma ile ilgili fikirlerini açığa vurmak istemez.
Bir gün John uçma eğitimi için sürüden ayrılır. Çok hızlı uçuşlar ve dönüşleri dener. Başaramayınca sürüye katılmayı ve onlar gibi davranmaya karar verir. Bu sırada gece olmuştur. Birden aklına martıların gece uçuş yapamayacağı gelir. Kendi sınırlarını aşmaya ve özgür olmaya karar verir. Sürü yaşamına katılmaktan vazgeçer. Bütün martlara bunu anlatmak ister. Sürüye katılabilmek için uçar. Sürü bölgesine geldiğinde martı kurultayının kurulduğunu görür ve “özgür olabiliriz, uçmayı öğrenebiliriz” diye bağırır. Yaşlı kurultay başkanı Jon’u lanetleyerek sürüden dışlar. Jon uçarak kayaların çok ötesine gider. Orada uçmayı çok iyi öğrenir, birçok hüner kazanır.
Daha sonra kendisi gibi dışlanan martı Sullivan ve Chiang ile tanışır. Onlar çok daha iyi uçabilmektedirler. Chiang çok yaşlı ve tecrübelidir. Jon Chiang’dan çok şey öğrenir. Daha sonra Chiang cennete uçmayı başarır.
John özgürlüğün tadını ve onlara uçmayı öğretebilmek için sürüsüne dönmeye kara verir. Süllivan buna karşı çıkar. Kendisini dışlayanların yanına gitmemesini ister. Fakat Jon bir şeyin farkındadır.”Eğer benim dışlandığım gün birisi bana bunları öğretseydi; şimdi çok daha ötelerde olacaktım” der.

John sürü bölgesine döner ve orada uçmak isteyen martılara ders verir. Her gün uçmak isteyen martı sayısı artmaktadır. Öğrencisi Fletcher John gibi düşünen ve sürüden dışlanan bir öğrencisidir. Sürüden nefret eder.
Fletcher, sürü bölgesine bir gün dalış yapar. Önüne uçmaya yeni başlayan yavru bir martı çıkar. Anında takla atarak kayaların üstüne yönelir. Bütün martılar öldüğünü zanneder. Fakat hayatta kalıp bu uçuşu başarabilmiştir. Daha sonra niyetinden vazgeçer. Jon ona yeni ve genç bir öğretmen olduğunu söyler. Sınır olmadığını ve özgürlüğün tadını diğer martılara öğretmesini ister ve gözden kaybolur.
3.KİTABIN ANA FİKRİ :
Durum ve şartlar ne olursa olsun, kendimizi hiçbir zaman sınırlamamalıyız. İstediğimizde her şeyin üstesinden gelebilinecek kapasiteye sahip olduğumuzu bilmeliyiz.

4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE KİŞİLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ :
JONATHON LİVİNGSTON: Diğer martılardan çok farklıdır. Yiyecek için balıkçı teknelerini takip edip, birbirleriyle kavga eden martılar gibi davranmaz. Özgürlüğü ve uçuşun kutsallığına inanmaktadır. İstediği ve inandığı zaman sınırlarını aşabileceğini ispatlayan bir martıdır.
SULLİVİAN: John gibi sürüden dışlanmış bir martıdır. Dostluğa çok önem veren ve uçmayı John kadar iyi bilen seven bir martıdır.
FLETCHER: Fletcher uçmayı bir yerden bir yere gitmek anlamında olmadığını savunan bir martıdır. Bunu sivrisineklerin bile yaptığını düşünür. Bu yüzden John’un öğrencisi olur.
CHİANG: Çok yaşlı bir martıdır. Ölümü beklemektedir. Yaşlı olmasına rağmen çok hızlı uçabilmektedir. John’u eğiterek ona hızlı uçuşu öğretir.
SERÇEKUŞ
CAHİT ZARİFOĞLU
(1940-1987)
KONUSU: Her canlı doğanın bir parçasıdır. Hiç kimse, ihti¬yacından fazlasını tüketerek ya da yok ederek, doğaya karşı iha¬net etmemelidir.
Her taraf yemyeşil, rengârenk, pırıl pırıl. Bu güzelliği gör¬mek için, bakmasını bilmek gerek. Güneş doğmadan uyanmak gerek. Bazıları, geç uyandıkları için bu güzelliklerin bir kısmını göremiyorlar. Yaşamları, tıpkı baş tarafı dinlenmemiş bir masal gibi oluyor.
Günlerden bir sabah. Kahramanımız Serçekuş, uyandı. Biraz daha uyuyayım mı, uyumayayım mı ikilemi içerisinde, seyrede¬ceği güzellikleri düşünerek kalktı. Yuvasından dışarı çıkarak, etra¬fı seyretmeye başladı. Acaba bugün neler olacaktı?
Bütün canlılar da uyanıyorlar. Hemen hepsinin uyku ile bir kavgası var. Bu kavgayı, kazananlara ne mutlu.
Hayvanlar, Ağaçlar, kuşlar, böcekler, göller, nehirler, deniz¬ler… Birbirleriyle besleniyor, birbirlerini kovalıyor, birbirleriyle yan yana oturuyor, birbirleriyle yalnızlıklarını gideriyor ve birbir¬lerinden kuvvet alarak devam ediyorlar. İnsanlar da öyle değil mi?

Gölde bir kayık, içinde avcılar var.
Gölün beş on dakika uzağında bir köy var, adi Kocabağ. On¬lar da uyandılar. Kadınlar ocakları yakmaya başladı. Erkekler ise caminin yolunu tuttular. Birazdan sofralara oturulacak, bakır kalaylı tencerelerde pişen sabah çorbası içilecektir. Sonra da o günün işleri, büyük küçük demeden yapılacaktır.
Horoz sesleri etrafı sardı bile…
Bütün tabiat, bir cümbüş, bir senfoni halindeydi. Herkes görevi¬ni yapıyor, herkes rızkını yiyor.
Serçekuş bütün bunları biliyor mu, kestiremeyiz. O da tüm canlılar gibi, kendisine çizilen yolda ilerlemek için uçmaya başla¬dı. Cik cik öterek yoluna devam etti. Açlıktan başı dönüyordu. Bütün doğa her türlü yiyeceğini ona sunmuştu. Otlar, başaklar, çiçekler… Tıka basa karnını doyurdu. Kavisli uçuşlarla geziyordu. Bu sırada, gölün ortasından silah sesleri geliyordu.
Gerçi, serçe kuş av ve avcılar konusunda, bilgili sayılırdı. Ancak, avcılık kuşların edindikleri tecrübeleri hiçe çıkarıcı planlar yapıp onları izlemektir. Bir de onların vazgeçemeyecekleri alış¬kanlıklarını, bir bakıma yaşamak için yapmaya mecbur oldukları¬nı, mesela susuzluklarını gidermek için zorunlu olarak subaşlarına gidişlerini gözlemlemektir. Oralarda bir yerlerde pusular kura¬rak ava dönüştürürler.
Serçekuş bunları düşündü. Sonra yavaş yavaş kendi etrafın¬da dönerek, tabiatın ağası güneşin ışınlarının bütün vücudunu ısıtmasını sağladı.
Hayat akıyor… Serçekuş uçuyor..Caminin üstüne geldi. Yaşlı bir ihtiyar konuşuyordu. İhtiyarı kendi cinsinden kartallara ben¬zetti. Ne diyordu: “Az, konuşun, fakat öz konuşun.”^
Çok aşağılarda olduğunu görünce, tehlikelerden korunmak için daha üst dallara tırmandı. Çocuklar tarafından avlanabilirdi… Uzaktan, gölde bot içinde olan dört kişi gördü. Zaman za¬man silahlarını doğrultup ateş ediyorlardı.
Köylülerin büyük bir çoğunluğu tarlada çalışıyor, çok azı kahvede oturuyordu. Çocuklar sokak aralarında kedi, köpek, tavuk, civciv ne bulurlarsa onlarla oyunlar oynuyorlardı.

Kadınlar, erkeklerden daha evvel tarladaki işlerini bırakıp, evlerine dönüyorlar ki, ev işlerini yetiştirebilsinler.
Kocabağ köyünün yakınındaki göl, dışardan gelenler tara¬fından “Gölbaşı” olarak adlandırılıyor. Şehirliler genellikle hafta sonları avlanmaya geliyorlar. Köylüler bunlarla pek kaynaşmazlarsa da, seslerini de çıkarmazlar.
Avcı adam, av için hazırlıklarını yapıyordu. Hanımı, vakit geç olmasına rağmen, evin içinde dönüyor, adamı bu işten hem günah, hem de çoluk çocuğunu ihmal ediyor diye vazgeçirmeye çalışıyordu. Dinleyen kim?.. Geceye doğru evinden çıkıp arabası¬na bindi. Yol üzerinde diğer üç arkadaşını da alarak yola devam ettiler. Sabah olmadan Kocabağ köyünün Gölbaşı’na varmışlardı. Malzemelerini yüklenerek sala bindiler. Köpekleri de yanların¬daydı. Bu köpekler, vurulan avları suya atlayıp getirmekte usta idiler… Göl sessiz ve sakindi.
Aniden bir silah patladı. Güneş birden doğdu. Gelincik tarla¬sının içinden, görünmez yuvalardan binlerce kuş birden fırladı. Köyde bütün çocuklar ağlamaya başladı. Hayat dün kaldığı yer¬den devam etmek için, sanki dersin bu silah sesini beklemişti.
Serçekuş zıplayarak, gölün kıyısına kadar gelmişti. İçini sa¬ran bir korkuyla dağlara doğru uçtu.
Avcıların ikindiye kadar olan günleri, gölün üzerinde, sazlık¬ların arasında, pusularla, avcılıklarla geçti. Bu arada gölde avla¬nan avcı sayısı bayağı artmıştı. Bu nedenle daha dikkatli atış yapmak gerekiyordu. Yoksa birbirini vurmak da vardı.
Bizim avcının arkadaşları gölde avladıkları balıkları pişirip yedikten sonra uyumuşlardı. O ise, biraz ilerde ağaca yaslanmış, dağları seyrediyordu.
Birden o kuş az ilerdeki dala konuverdi. Ve avcı adam bir anda çifteyi ona doğrulttu. Serçekuş büyülenmiş gibi yerinde donuverdi. Sonra kendi dilinde konuştu: “Vurma beni.”
Avcı ne dediğini anlamamıştı.. Küçücük bir serçe, eti ne bu-du ne? Harcadığım fişeğe değmezdi diye düşünüyordu. Kuş ise anlamamış:
“Değer mi?” diye soruyordu. Avcı, rolünü değiştirdi:

“Elbette, av avdır. Mesele, değer mi değmez mi değil.”
Serçekuş düşünüyordu. Yine konuşmak istedi. Ağzını açtığı vakit kan akmaya başladı. Korkudan ciğeri patlamıştı. Yinede, “yararı olmayacak” diye seslendi avcısına. Avcının suratı değişmiş¬ti. “Kızdırdım onu herhalde”..-Ne yapacağını şaşırmıştı. Uçmak istiyor, uçamıyor; konuşmak istiyor, konuşamıyordu. Tüm cesare¬tini topladı, daha yakın bir dala kondu. Ne olacaksa olsundu ar¬tık. Avcı tüfeğini tekrar doğrultup nişan aldı. Sonra da güldü. Sesine arkadaşları bile uyandılar.
Serçekuşu ölümü düşünüyordu. Şimdiye kadar yaşadıkları, gördükleri gerçek değil miydi yoksa? Neydi bu dünya, bir oyun muydu? Peki, kim yapıyordu bu oyunu? Şu an ölebilirim de, öl¬meyebilirim de. O zaman, irademi sonuna kadar kullanmam mı gerek?
“Beni öldürme, ben de bir gün senin hayatını kurtarırım” dedi avcıya.
Avcının kahkahaları yeri göğü sarsacak kadar şiddetliydi. “Peki” dedi, “farz et ki şu an Azrail gelmiş canımı almaya, beni nasıl kurtaracaksın?”
Bilgisizliğinden üzüldü, Serçekuş. Belli etmedi. Cesaretle:
“Olabilir” dedi. Ancak, avcı silahını ateşlemişti. Fakat hava¬ya. Bir yığın kuş, sincap sağa sola kaçıştılar. Serçekuş “öldüm her¬halde” diye düşündü. “Demek ki ölüm böyle bir şeymiş.”..
“Yanlış anladın” dedi avcıya. “Olur ya, gölde bataklığa düşersin, yakınında kimse yoktur. Ben uçar gider, eşine, çocuklarına haber veri¬rim” demek istemiştim.”
Avcı sanki korkmuştu. Nedir bu korkunun sebebi? Bu insan¬lar mademki ölümden korkuyorlar, neden o zaman kendileri de başka bir canlıyı öldürüyorlar? Ve bizim kuş geldi avcının namlu¬sunun üzerine kondu. Avcı kuşu eline aldı. Hayret, hiç korkmamış ve kaçmamıştı.
“Bak” dedi avcıya. “Şu tetik ancak benim yüreğim kadar. Bastı¬ğın vakit bir mandayı dahi devirebiliyorsun. Sen cüsseme değil, aklıma bak benim.”

Aradan günler geçti. Avcımız yine arkadaştan ile geldi. Her taraf av kaynıyordu. Avlandıkça avlandı. Torbalar, çantalar dol¬du. Ama gözler doymamıştı. İşte bir ördek daha, sazlıkların arasındaydı. Nişan aldı, vurdu. Şimdi gidip onu oradan almak lazımdı. İlerle¬di. Bir iki adım daha attı. Batmaya başladı. Ne yapsa çıkamıyordu.
“İmdat” diye bağırmaya başladı. Bu arada serçekuş ve anlat¬tıkları aklına gelmişti. Ve serçekuş avcının karşısında beliriverdi. Avcı çok sevindi. Ancak, ümitsizlikten boşu boşuna sevindiği için, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Kuş gelip omzuna kondu.
“Kaderinde halen bu dünyanın ekmeğini yemek varsa, seni kurta¬racağım” dedi. Sonra havalanıp havada dönmeye başladı. Sonra, ağzında kalın bir ip ile döndü. Adam kolları koparcasına ipe atla¬yıp, tuttu. Belli ki ucu bir yerlere bağlıydı. Kendini, bir anda çekti ve kurtuldu.

Semaver (Sait Faik Abasıyanık) Özeti, Konusu, Karakterleri, ________________________________________
Eser, Sait Faik Abasıyanık’ın 1936’ da yazdığı hikaye kitabıdır.Toplam on dokuz ayrı hikayeden oluşmuştur. Kitaba adını veren ilk hikaye, İstanbul’da Halıcıoğlu’ndaki bir fabrikada işçi Ali’nin ,annesiyle geçirdiği mutlu günleri anlatır.Annesinin her gün , sabah ezanıyla kaldırdığı Ali,kızarmış ekmek kokan odada semaverin kaynayışına dalar. Semaver onu her sabah hayata yeniden bağlayan, evlerinin saadeti, büyük bir moral kaynağı haline gelmiştir.Semaver, onun dünyasında içinde ne ıstırap, ne grev, ne de patron olan bir fabrika olarak canlanırdı. Ali’nin annesine ölüm, bir misafir,bir başörtülü, namazında niyazında bir komşu hanım gelir gibi gelir. Ali annesini bir sabah vakti, semaverin başında ölü bulur. Evlerinin saadet kaynağı “Semaver” bir daha kaynamaz o evde. Stelyanos Hrisopulos Gemisi, Burgaz adasında fakir,yaşlı bir Rum balıkçısının, kızı öldükten sonra ailesinden hayatta kalan son kişi olan ,hayal gücü denizler ve balıklarla beslenmiş , on iki yaşlarındaki torunu Trifon’un yaptığı, bir metre uzunluğunda ,beyaza boyalı yelkenli gemi üzerine kurulmuştur.Burgaz adasında diğer çocuklar bu oyuncak gemiye büyük bir gıptayla bakıyordurlar.Trifon bir öğle üstü,büyükbabasının adını verdiği gemisini denize indirir. Burgaz’ın bütün çocukları pusudadırlar. Gemi hafif yana yatmış pupa giderken, soba borusundan yapılmış bir top, çamların içinden patlar, atılan taş geminin yanına isabet eder; bu taşı ötekiler izler. On altı çocuk ellerinde ceplerinde taşlar, güzelim gemiyi batırırlar. İpek Mendil’de,olay Bursa’da bir ipek fabrikasında geçmektedir.Yazar,bir gece fabrikaya kapıcının yerine göz kulak olur .On beş yaşlarında,buğday tenli küçük bir hırsızla karşılaşır. Yazar , ona iyimser bir tavırla konuşarak yaklaşır . Küçük hırsız sevgilisinin ondan bir ipekli mendil istemesi üzerine parası olmadığından hırsızlık yapmak zorunda kaldığını anlatır.Yazar bu durumu hoş karşılar ve çocuğu serbest bırakır.Çocuk sevgilisinin o çok istediği mendili alamadan fabrikadan uzaklaşır.Yazar, fabrikada depo bölümünde kalmaktadır. Gece yarısı, yazar uyurken, küçük hırsız ağaçların yardımıyla çıktığı pencerede belirir. Yazar, bunu fark eder ama çocuğun bu cesaretinden etkilendiği için, yerinden kıpırdamaz .Çocuk o çok arzu ettiği mendili aldıktan sonra, kaçarken uzun, geniş yapraklı söğüt ağacından düşer ve hayatını bir ipek mendil uğruna kaybeder. Kıskançlık, otuz beş yaşlarında bir köy öğretmeni ve ondan yaşça küçük on yedi yaşındaki karısı Fadime arasında geçer. Fadime, küçük yaşında ağalarının zoruyla köyün öğretmeniyle evlendirilmiştir. Öğretmenle Fadime arasında karı koca ilişkisi yoktur. Öğretmen küçük köy ortamında yalnız kalmamak için, kendisine arkadaş olsun diye Fadime’yle evlenmiştir. Fadime’nin gönlü çoban Hüsrev dedir. Öğretmen Fadime’yi yaşıtı olan çoban Hüsrev’le beraber görünce duyduğu ince duygular, hikayede yazar tarafından yoğun bir şekilde vurgulanıyor. Bohça’da küçük yaşta bir eve besleme gelen bir kızın,evin küçük beyiyle arasındaki yakınlaşma kaleme alınmıştır. Besleme kızla , küçük bey küçüklüklerinden itibaren beraber büyürler.Önceleri evin küçük beyi her hareketi, tavrıyla besleme kızı ezerken, sonraları aralarında bir aşk başlar. Bir yaz günü, evin küçük beyi, besleme kızın başı dizinde annesi tarafından yakalanınca kaçar ; akşam dönünce kızın yamalı bohçası artık sandık odasında her zamanki yerinde yoktur. Annesi besleme kızı evden kovmuştur. Şehri Unutan Adam’da çoktandır şehre inmemiş hikayeci, otelin kapısından, insanlarla kaynaşmak ihtiyacıyla çıkar. Bir küfeci çocuğundan, tütüncülerden , genç kızlardan yöneltilen azarlara, çıkışmalara rağmen mutludur; dünyayı, şehri , her şeye rağmen kucaklamak isteğindedir. Yazar, hikayede karşılaştığı bütün olumsuzlukları optimist bir havayla karşılayıp, yaşamı ve insanları sevdiğini belirtiyor. Garson’da Ahmet Trabzonlu zengin bir babanın tek oğludur. İstanbul’a cok eski zamanlarda göç etmişlerdi. Kocaman, bir kantariye mağazaları vardı.Toptan iş yaparlardı. Babasının ölümünden sonra, Ahmet kantariye mağazası , evler ve dükkanları idare edemez ve sonunda Belvü Bahçesinde garsonluğa başlar, ama içinde her zaman babadan kalma bişeylere sahip olma duygusu hakimdir.O bu duyguyu her haziranda burgaz adasında vasat bir kahveyi kiralayarak bastırmaya çalışır, burada Belvü Bahçesi kadar kazan masada, kimseden emir almadan, kendi kendisinin patronudur artık. Kitabın en uzun ve dramatik hikayesi İhtiyar Talebe; Birinci dünya Savaşı’na Avusturya ordusunun bir subayı olarak katılmış, acı yaralı günler geçirmiş, şimdi on bir senedir Fransa’da bir üniversitede okuyan, Sırp veya Hırvat Pavel Stefanoviç, biri çirkin biri güzel Amerika’lı iki kız kardeşin oyununa kurban gider. Gününe, saatine göre değişen, iki zıt karakter ve ruha sahip tek kişi sandığı bu iki kıza aşık olmuş, üniversiteyi bitirdiği gün, iki kızın aynı anda alaylarıyla karşılaşınca ruhi dengesini büsbütün kaybederek hastaneye kapatılmıştır.


KİTABIN ADI : Satranç

KİTABIN YAZARI : Stefan Zweig
YAYIN EVİ VE ADRESİ : Can Yayıları/Galatasaray/İstanbul
BASIM TARİHİ : 2001

KİTABIN KONUSU

Hayatında birisi ile hiç satranç oynamamış bir avukatın kitaplardan öğrendikleri ile dünya şampiyonunu yenişi.

KİTABIN ÖZETİ
New York’tan Buenos’e giden bir yolcu gemisinde yolcular arasında bulunan bir milyoner , dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic’e , ücret karşılığı bir parti satranç oynamayı önerir. İkisinin oyununu izleyen Avusturyalı Dr.B oyun sırasında kendini tutamayıponların oyununa karışınca, şampiyonla karşılaşması önerilir kendisine. Gestapo tarafından bir otel odasına kapatılan, oyalanacak hiç bir şeyi olmadan, bu odada uzunca bir süre tek başına kalan, yalnızca sorgulama için bu odadan çıkartılan Dr.B bir gün, rastlantı sonucu gizlice eline geçirdiği bir satranç kitabından bu oyunun bütün inceliklerini öğrenmiştir. Satranç tahtası ve taşları yoktur, ancak, önce ekmek içinden yaptığı satranç taşlarıyla sonra da tümüyle belleğinde oynayarak kurumsal bir satranç ustası olup çikar. Ancak bu tutkusu yüzünden sinir krizlerine beyin ağrılarına yakalanır.Yü

KİTABIN ANA FİKRİ

Yanlızlık insanlara karşı kullanılabilecek en büyük silahtır.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Dr.B. :Viyanalı bir avukatın oğludur. Hitler’in Viyana’yı işgali sırasında elinde bulunan gizli evraklar nedeniyle tutuklanır ve uzunca bir süre sorgulanır. Bu sorgusu sırasında kaldığı odada yalnızlıktan canı sıkılan Dr.B. bir gün sorgusunu beklerken bir asker parkasından çaldığı satranç oyunları kitabını hayıtını değiştirir.

Mirko Czentovic:Düzgün konuşamayan ve anlama güçlüğü çeken ama satranca olan kabiliyeti nedeniyle saygıdeğer biri olmuş bir köylüdür.

Mc Connor:Californiya’da petrol yatakları olan zengin bir iş adamıdır.

İletişim araçları