Murdoch, Rockefeller ve Rothschild ile Türkiye'yi de içeren
dünya gerçekleri...
"Bu yazı, alıntıdır ve ilginize yorumsuz
sunulmaktadır.
....İnsanoğlunun düşünmeden çoğu şeyi olduğu gibi
kabullenmesi, bir düşüncenin-bir insanın peşinden körü körüne gitmesi, kendi
fikrini oluşturamaması ve savunamaması, farklı olan düşünceleri kötülemek,
korkmak hatta yok etmek gibi eğilimlerinin olması, para, mal, mevki, sekse
kölelik etmesi ve güçlü olmak ihtirasının ve çoğunluğun ezici-yok edici bir
kişiliğin genlerimize işlenmiş, öğrenilmiş en kötü alışkanlıkları arasında
olması, bu yazının doğru olma olasılığını arttırıyor...
Zamanın Ruhu, sizlere Zeitgeist teması ile para-ekonomisi
düzenini sürdüren Şirketokrasi'nin imparatorları hakkında iki belgesel film
sunmuştu... İzleyenler fütürist, bilim adamı ve toplum mühendisi Fresco'nun
görüşlerini hatırlayacaklar...
Aşağıda okuyacağınız röportaj, bu filmlere paralel bir
temayı işliyor... Kişiler ise Murdoch, Rockefeller, Rothschild aileleri ki, 100
yılı aşkın bir süredir dünyaya yön veren şirketlerin ve örgütlerin başındaki
gerçek kişiler ve niyetlerini düne kadar başarıyla saklayabiliyorlardı...
Fakat "güneş balçıkla sıvanmaz" misali, farklı
ülkerdeki bir avuç gazeteci, araştırmacı ve yazar ile bürokrat, bilim adamı ve
politikacı, yaptıklarından, alet olduğundan utanç duyarak insafa gelen
itirafçıların şahit olduğu entrikalar, olaylar, artık medyaya haber ve cilt
cilt kitaplara konu oldu... En önemlisi de İnternet'e aktarılarak hızla
yayılmaya başladı...
Bu kez, gazeteci/yazar/araştırmacı ve belgeselci Banu
Avar'dan Murdoch'un tanık olduğu son derece çarpıcı, dünya gerçekleri ile
birebir örtüşen, kimileri için fantastik, kimileri içinse gerçek ötesi
denilebilecek bir röportajı sunuyorum.
YCY
Illuminati'nin çekirdek üyesi ve Amerikan Medya imparatoru
Rupert Murdoch şöyle anlatıyor:
Trokya Toplantısı, Illuminati'nin yemek buluşmasıydı. David
Rockefeller, Baron de Guy Rothschild ve Yale, Harvard, Princeton ve MIT
üniversitelerinin yöneticileri ile buluşmuştuk.
Yemekten sonra Rockefeller ve Rothschild dışındaki konuklar
okullarına dönmüş, üçümüz özel bir odada baş başa kalmıştık. Onlarla geçtiğimiz
sohbetlerimizin hepsini vermiyorum ama sizin merak ettiğiniz ve bilmenizi
isteyeceğimiz şeyleri de söyleyebilirim.
KRALİÇE VE KİLİSEYİ GÖZDEN DÜŞÜRDÜK
Rockefeller: Fransız İhtilali öncesinde Kraliyet ve Kilise
mensuplarını halkın gözünden düşürmek için şöyle bir oyun oynandı.
Kraliçe Marie Antoniette adına devrin ünlü bir kuyumcusuna
iri elmaslardan oluşan bir gerdanlık siparişi verildi. Kuyumcu bu siparişi
hazırlayıp Kraliçe'ye götürdü; ama Kraliçe doğal olarak gerdanlığı kabul etmedi
ve para ödemedi. Fakat bu olay kraliçenin parayı çarçur ettiği şeklinde bütün
basında yer aldı. Devrin kardinaline, durumu izah etmek isteyen Kraliçe adına;
adamlarımız tarafından genelev olarak işletilen şehrin bir otelinde randevu
verildi. Otele gelen Kardinale bir fahişe Kraliçe olarak tanıtıldı ve fahişe
ile Kardinal bütün basında yer aldı. Böylece hem Kraliyet Ailesi, hem de en
yüksek kilise makamı yıpratılmış oluyordu. Eski başkanlardan Nixon bizim
yolumuzdan çıkınca, Watergate Skandalı ile bir anda gözden düşürülüp istifa
etmek zorunda bırakılmıştır."
KENNEDY VE MARILY MONROE NEDEN ÖLDÜLER
"John F. Kennedy suikastı bir diğer güzel örnektir.
Aslında yaramaz çocuk Kennedy tam bizim isteklerimiz doğrultusunda hareket
ediyordu; fakat vücudunu bitkin düşüren rahatsızlıkları vardı. Devlet
başkanlığı yapmak çok yorucu bir iş olduğu için uyarıcı ilaçlar kullanıyordu.
Fakat son zamanlarda özellikle seks yaşamını sürdürebilmesi
için bu ilaçların dozunu arttırmaya başlamıştı ve ilaçlar içkiyle karışınca
ağzından çıkanların farkına varmıyordu. Marily Monroe ile yakın ilişkisi vardı
ve biz bir gün yatak odasını dinlemeye aldırdık ve bize karşı çıkararak o
sıralarda sürmekte olan Vietnam Savaşı'nı sona erdirmeyi planladığını öğrendik.
Bizler ise bu savaşın çıkması için çok büyük paralar harcamış; ama henüz
hedeflediğimiz cirolara ulaşamamıştık. Sonucu biliyorsunuz, her ikisi de
dünyaya erken veda etmek zorunda kaldılar.
AMAÇ, DÜNYADA TEK DEVLET, TEK DİN
Bizim amacımız yeryüzündeki bütün devletleri birleştirip,
tek bir dini olan tek bir dünya devleti kurmaktır. Bütün dünya tek bir
merkezden yönetilecek ve başkenti de Kudüs olacak. Böylece savaşlar, acılar,
açlık gibi kavramları ortadan kaldıracağız."
Ben de burada konuşmaya girmek isteyip "Peki bu dünya
devletinin yönetim biçimi ne olacak, Hegel Diyalektiği konusunda neler
söyleyeceksiniz, merak ediyorum. Yoksa komünizm geri mi geliyor?" diye
sordum.
VATANDAŞ DEVLETİ TANRI GİBİ GÖRMELİ VE KENDİNİ FEDA EDEBİLMELİ
Rockefeller cevap veriyor; "Komünizmin kurucuları Marx
ve Engel, Haham, Moritz Moses Hess'in öğrencileriydiler ve Hegel'e fikir
babalığı yapmışlardır. Hegel diyalektiği kısaca tez ile anti-tezden bir sentez
oluşacağını söyler. Bu sentez daha sonra yine tez olur ve karşısına yine bir
anti-tez çıkarak yeni bir sentez oluştururlar. Bu böylece devam eder. Hegel'in
diyalektiğine göre iki zıt gücü kontrol eden, yeni dünyanın da efendisi olur.
Hegel'in politik sisteminde devlet aynı zamanda Tanrı'dır; köle olarak görülen
vatandaşın tek görevi bu devlete hizmet etmesidir ve bu hizmeti Tanrı'ya tapmak
olarak algılamasıdır. Vatandaş kendini ülkesi için feda etmeye her an hazır
olmalıdır. İkiz Kuleler saldırısında ölen onbinlerce Amerikalı buna güzel bir örnektir.
SEÇİMLER, TAMAMEN BİR ALDATMACA... AMAÇ; YENİDÜNYA DÜZENİ
Seçimler tamamen bir aldatmaca olup, vatandaşın düşüncesine
bir değer veriliyormuş gibi gösterilmektedir. Seçimlerde aday bol bol vaatlerde
bulunarak seçmenin gururunu okşar ve seçmene sorunlarının farkında olduğu
izlenimi verir. Seçmen için ise birisinin sorunlarını bilmesi yeterlidir,
vaatlerin yerine getirilmesi onun için ikinci planda kalır. Hiçbir zaman da
seçim öncesinde verilen sözler tutulmaz ve bir süre sonra da tamamen unutulur,
gelecek seçimlere kadar. Seçimden sonra devlet yine Tanrı rolünü oynamaya devam
edecektir. Zamanımızda, Amerika Birleşik Devletleri'nin kapitalizmi tez,
Rusya'nın komünizmi anti-tez olmuştur ve sentezi dünya "Küreselleşme"
olarak sunduğumuz "Yeni Dünya Düzeni" olacaktır. Bu yeni rejime
faşizm diyebiliriz; çünkü otoriter bir devlet yönetimi, bizim anlayışımıza
göre, dünyayı yönetebilmek için en ideal rejimdir. Böylece kişilerin yaşamı
polis denetimiyle mutlak kontrol altına alınacak, varlıklarına devlet her an el
koyabilecek, toplumlar bizim istediğimiz şekilde yönlendirilecek.
Bu yeni düzende fakir yaşlı ve hastalara yer yoktur ve
onların hemen yok edilmeleri gerekmektedir.
KAPİTALİZM-KOMÜNİZM-SOSYALİZM... FARK ETMEZ, HEPSİ BİZİM
ESERİMİZ
İkinci sorunuza gelirsek, yukarıda bahsettiğim gibi bir
ülkenin Komünizm, Kapitalizm veya Sosyalizm'i benimsemesi hiç fark etmez.
Hepsi sonuçta bizim eserimiz olan aynı şeyler. Başta akıllı
ve zengin, yönetici bir avuç insan, geride hiçbir değeri olmayan ve istenildiği
gibi yönlendirilen bir köle sürüsü. Fransız İhtilali neden yapıldı
sanıyorsunuz, Fransız halkı çok fakirdi de açlıktan mı ölüyordu, ya da
burjuvazi gerçekten çok mu zengindi? Hayır, hayır, sınıf farkı tarih boyunca
hep olmuştur, bugün de böyledir. Asıl sebep Masonluğun en büyük
kahramanlarından Jacques De Molay ve diğer Tapınak Şövalyeleri'nin, 1314
yılında o devrin Fransa kralı IV. Philip tarafından Tapınakçıların hazinesini
kendisine vermediği için yakılarak öldürülmeleridir. Devrim sonunda XVI. Louis
giyotinle idam edildiği zaman, bir devrimcinin; "Molay, intikamın
alındı." diye haykırdığı bilinen bir gerçektir.
Rus Devrimi başta bir sebepten dolayı yapılmıştır. O zaman
ki Illuminati yöneticileri, Hegel Diyalektiği gereği Amerika Birleşik
Devletleri'nde oluşan kapitalist sisteme bir karşı sistem oluşturarak dünya
yönetimini ellerine geçirmenin planlarını yapıyorlardı. Çünkü istediğiniz gibi
yönlendirebilmek için bir şekilde insanları avuçlarınızın içinde devamlı baskı
altında tutmanız ve korkutmanız gerekir. Rotschild ailesinin özel desteğiyle
Rusya'da devrim gerçekleştirildi ve Komünizm ilan edildi. Amerikan Kapitalist
sistemine karşı, Rusların Komünizm sistemi. Burada Hegel Diyalektik yönetimi
gereği, Marksist yönetim antitez olarak yani Kapitalist yönetimin karşısına
çıkarılıyordu. Bu iki zıt gücün sentezinden, Amerikan Bir Doları'nın arka
yüzündeki piramidin altında yazdığı gibi, Yeni Dünya Düzeni ortaya çıkıyordu.
MEDYA VE SİNEMA ENDÜSTRİSİNİN ROLÜ ÇOK ÖNEMLİ
Böylece dünya ülkelerinin Komünist rejime dahil olmayan
yarısı, Komünizm tehlikesine karşı devamlı korkutuldu. Bu sistem içindeki
insanlar sahip oldukları mal ve mevkilerin Komünizm gelirse ellerinden gideceği
korkusu içinde, devlet yönetimine sonsuz destek verdiler. Öte yandan eski
Sovyetler Birliği ve Komünist sistemde yaşayan diğer insanlara ise Kapitalizmin
ne kadar öcü olduğu anlatılıyordu. Onlar da yaşadıkları yaşam şartlarının en
iyisi olduğuna inandırılmış, bunun da Komünist sistem sayesinde olduğunu
düşünüyorlardı. Böylece insanlar devamlı baskı altında tutuluyor ve istediğimiz
gibi yönlendirilebiliyorlardı. Tabii burada medyaya ve sinema endüstrisine
büyük görevler düşmüştür.
NÜKLEER SAVAŞ TEHDİDİ EN BÜYÜK BLÖFTÜ
Nükleer savaş tehdidi en büyük blöf olarak tarihe geçmiştir.
Ama doğal olarak insanları öyle ya da böyle bir şekilde ömür boyu aldatmak
imkansızdır. Bu yüzden Komünist rejimin sonunun gelmesine karar verdik, daha da
önemlisi komünist ülkelerin serbest piyasa ekonomisine geçip Kapitalizme
yönelmeleri gerektiği için sizin de bildiğiniz gibi birkaç günde durup dururken
ve hiç kan dökülmeden o çok korkulan Sovyetler Birliği dağılıverdi; meşhur
Berlin duvarı yıkıldı ve öcü komünizm balonu söndürüldü.
GEREKTİĞİNDE ÇEŞİTLİ ÜLKELERDE PROVOKASYONLAR ÇIKARDIK
Rotschild, benim hayretten fal taşı gibi açılan gözlerime
bakarak sözü devraldı.
Rotschild: Bu arada, dünyanın çeşitli ülkelerinde
karışıklıklar çıkarılıyor, ülkeler provokasyonlar sonucu bir hiç yüzünden kanlı
savaşlara giriyorlardı. Doğal olarak bütün paralarını bizlerden silah almak
için harcıyorlar, daha sonra savaşta kaybedilen silahlarını yerine koymak ve
savaşta harap olan şehirlerini yeniden inşa edebilmek için yine bizlerden borç
alarak ömür boyu bize bağlı bir duruma düşüyorlardı. Eğer, bir ülke yöneticisi
bizimle işbirliği yapmayı kabul etmezse, o ülkede hemen bir darbe ya da
ayaklanma çıkarılıyor, daha önceden ayarlanmış ve istediklerimizi harfiyen
yapacak bir kişi yönetime getiriliyordu.
TÜRKİYE'YE ADNAN MENDERES ZAMANINDA "MARSHALL
YARDIMI" İLE EL ATTIK
Mesela Türkiye'yi ele alalım. Türkler de yıllar boyu
komünizme karşı savaşmıştır. 1950'lerde ülke yönetimine bize desteğimizle Adnan
Menderes gelmişti. Aslında Menderes bizimle başta gayet güzel bir diyalog
kurmuştu. Bizden seçimde aldığı destek karşılığında, Marshall yardımı adı
altında devamlı borç alıyor ve ülkesinde yatırımlar yaparak sanayi yapısını
geliştiriyordu. Fakat o kadar plansız ve programsız harcama yapıyordu ki ödeme
günleri geldiğinde, bizden, borç ödemek için tekrar tekrar borç istemeye
başladı. Biz de kendisinden ülkesini yabancı sermayeye açmasını ve bizim
şirketlerimize özel imtiyazlar tanımasını, diğer bir deyişle Osmanlı
İmparatorluğu'na dayatılan kapitülasyonlar benzeri şeyler talep ettik. Menderes
bize bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceğini söyledi ve bizden uzaklaşmaya
başladı. Ülke insanı ilk defa asfalt yollarla tanışıyor, fabrikalar arka arkaya
dikiliyordu. Ülkenin çoğunluğu Müslüman olduğu için ülkenin her yerine camiler
yaptırıyordu. Menderes bu şartlarda iktidarda ki yerini uzunca bir süre için,
sağlamlaştırdığını sanıyordu. Bir darbe ile bu işe bir son verildi ve sonunun
öyle bitmesini istemediğimiz halde, çalışma arkadaşlarıyla beraber idam edildi.
Sadece Celal Bayar kurtuldu, çünkü yakın arkadaşı Papa Roncalli ya da diğer
adıyla 23. John, Vatikan'ın baskısıyla onu idamdan kurtardı.
1980 DARBESİ BİZİM İSTEKLERİMİZ DOĞRULTUSUNDA YAPILDI
Aynı ülkede gerçekleşen 1980 darbesi de bizim isteklerimiz
doğrultusunda yapıldı. O zamanlar ülkede bir solcular, bir sağcılar iktidara
geliyor ve bizim isteklerimiz doğrultusunda ülke ekonomisini
yönlendiriyorlardı. Fakat Amerika ve Avrupa'da gelişmiş ülkelerin piyasaları
doyuma ulaşmışlar ve biz yeteri kadar mal satamaz olmuştuk.
Bunun üzerine diğer az gelişmiş ülkelere uyguladığımız planı
onları da uygulamak istedik ve serbest piyasa ekonomisine geçmelerini ve
ithalatın serbest bırakılmasını talep ettik. Bu istediğimizi kabul etmiş
görünüyorlar, fakat işi uzatıyorlardı.
BİNLERCE TÜRK GENCİ UYDURMA İDEOJİLER UĞRUNA CAN VERDİ
En sonunda bu ikilem yine bildiğimiz yollarla, Ordo Ab Chaos
ile çözüldü. Yani önce kaos, sonra düzen. Provokatörlerimiz aracılığıyla sağ ve
sol ideoloji kavgaları başlatıldı. Aslında başında onay vermiş gibi
göründüğümüz Kıbrıs Savaşı'ndan sonra ülkeye uygulanan ambargo sayesinde halk
canından bezmiş, ülkede yağ ve tuz bile bulunamaz olmuştu. Karaborsacılar
zenginleşirken halk iyice sefalete düşmüştü.
Ülkeye gönderilen provokatörlerimiz için bu halkı kışkırtmak
hiç zor olmadı. Ülke halkı sağcı ve solcu olarak iyiye bölündü ve çatışmaya
başladılar. Olaylar öyle bir dereceye geldi ki, her gün elli-altmış kişi sokak
çatışmalarında ölmeye başlamıştı. Bütün ülke terör korkusu altında eziliyordu.
İnsanlar akşamları sokağa çıkamaz olmuştu. Her an bir serseri kurşuna hedef
olmak vardı. Binlerce Türk genci uydurma ideolojiler uğruna can vermişti.
Hükümetler birbiri arkasına iktidara geliyor fakat olayları önleyemiyorlardı.
Sonra darbe geldi ve bütün olaylar bıçak gibi kesiliverdi. Zavallı ülke halkı
bu sözde başarıyı darbenin bir neticesi olarak gördüler. Çünkü nihayet terörizm
sona ermiş, ülkeye huzur gelmişti. Aslında provokatörlerin görevi bitmiş,
sahneden çekilmişlerdi. Burada oynanan oyun, halkı umutsuz ve çaresiz bir
duruma düşürmek ve onlara bir "kurtarıcı" sunmaktır; ondan sonra bu
kurtarıcı ne yaparsan yapsın hemen kabullenecektir.
ÖZAL, İSTEKLERİMİZ DOĞRULTUSUNDA KAPILARI SONUNA KADAR AÇTI
Askeri hükümet bir süre devlet yöneticiliği yaptı ve bizim
belirlediğimiz bir kişiye yönetimi devretti. Bu Turgut Özal'dı. Özal, tam da
bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkenin kapılarını bize sonuna kadar açtı.
Bizim şirketlerimiz bu bakir piyasaya kurtlar gibi saldırdılar. İlk önceleri
fiyatları çok düşük tutarak yerli sanayinin rekabet gücünü düşürdüler. Ülke
artık Amerikan ve Avrupa yapımı mallarla dolmuştu. Sanayi şirketlerimiz
stoklarını eritirken finans şirketlerimiz de ülkeyi artan ithalatı
karşılayabilmeleri için yüksek faizlerle borç yatağına sürüklüyorlardı.
Böylece, gelişmekte olan ülkeler olarak adlandırdığımız bu ülkelerin hemen
hemen hepsinde uygulanan ve 80'li yıllarda başlatılan bu proje ile, bütün
ülkeler, hem bizlerden aldıkları mallarla sanayi şirketlerimizi
zenginleştirmeye devam ediyorlar, hem de bu malların karşılığı olan ödemelerini
yapabilmek için bizim finans şirketlerimizden aldıkları yüksek faizli
kredilerle, her sene artan bir borç batağına sürükleniyorlar.
TÜRKİYE'DE PARA İTİBAR GÖRDÜ, ARKADAŞ, DOST, AİLE GİBİ
KAVRAMLAR UNUTULDU
Bu arada, Özal bütün bunların yapılabilmesi için gereken
kanunları yavaş yavaş çıkarmıştı. Bu ülke vahşi kapitalist sistemle o kadar
çabuk uyum sağladı ki, bizim bile düşünemediğimiz hayali ihracat gibi vurgun
yöntemleri keşfettiler. İnsanlar artık en kısa ve en kolay yönden servet
yapmanın peşine düştüler. Rüşvet, devlet bankalarının çeşitli entrikalarla
soyulmaları, banker skandalları birkaç örnek.
Arkadaş, dost, aile gibi kavramlar unutuldu ve sadece parası
olanlar itibar görmeye başladı. Bu arada, yerli sanayi can çekişiyor, küçük
işletmelerden başlayarak yavaş yavaş büyük işletmelere doğru bir iflas dalgası
yayılıyordu. Devlet işletmeleri ise bizim istediğimiz yöneticilerin atanmaları
sağlanarak zarar ettiriliyordu. Sonunda bu işletmeler ya kapatılıyor, ya da
özelleştirme hikâyesiyle, ucuz fiyatlarla şirketlerimiz tarafından ele
geçiriliyordu.
"KÜRT DEVLETİ PROJESİNİ" HAYATA GEÇİRMEK İÇİN ÖNCE
ÖRGÜT YARATTIK
Beyni yıkandığı için temiz hayallerle işe başlayan Özal,
sonunda bu sistemin gerçeklerini görerek kendisini de kapitalizmin çarklarına
kaptırdı. Ailesini ve yakın çevresini zengin etmeye başladı. Öyle bir duruma
geldiler ki Özal'ın çevresinde prens ve prensesler ortaya çıkmaya başlamış, biz
ülke monarşizme dönüyor diyerek kaygılanmaya başlamıştık. Aslında tam bir
komedi oynanıyormuş. Her neyse, ülke insanının tepkisini ölçmek için
kendisinden Kürt devleti fikirlerinden bahsetmesini istedik. Fakat bu düşünceler
kendisine pahalıya mal oldu.
Biz de Kürt devleti projemizi hayata geçirmek için ***
denilen bir örgüt yaratıldı. Bu örgütle uğraşmak ülke ekonomisine çok büyük
zarar verdi ve şu anda koskoca Osmanlı İmparatorluğu'ndan geriye kalan bir avuç
toprakta varlığını sürdüren Türkiye, bizim hiçbir istediğimiz geri çevirecek
durumda değil. Sanırım yakın gelecekte topraklarından biraz daha, bir süre
sonra da bizim için hala geçerli olan Sevr Antlaşması uyarınca hemen hemen
tamamından fedakarlık etmek zorunda kalacak.
TÜRKİYE BİZİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ... SU KAYNAKLARININ ÖNEMLİ BİR
KISMI BURADA
Rockefeller de sözü devralarak başlıyor;
Türkiye hakkında biraz daha durmak istiyorum; çünkü
dünyadaki en stratejik konumdaki ülkedir ve bizim için çok önemlidir. Nedenlerine
gelince:
Bir kere Büyük İsrail Devleti topraklarının su kaynaklarının
önemli bir kısmı şu anda Türkiye'ye aittir.
İkincisi, Müslüman ve demokratik bir ülke olarak bu konuda
öncü bir ülkedir. İslamiyet'i yıkmak istiyorsak önce Türkiye'den başlamalıyız.
Üçüncüsü, Avrupa ve Asya arasında bir köprü durumdadır.
Maden, petrol, doğalgaz gibi zengin yer altı kaynaklarına sahip Ortadoğu ve
Kafkasya'ya hakim olmak istiyorsak bu ülke elimizin içinde olmalıdır.
Ortadoğu hemen hemen elimizde sayılır. Kafkasya ve Orta
Asya'daki diğer Türk devletleri de yakında darbelerle kargaşaya boğulacaklar ve
avucumuzun içine düşecekler. Bu Türkler aslında birleşip bir araya gelseler
karşılarında hiçbir güç duramaz. Bu yüzden böyle bir olasılığa karşı,
ajanlarımız her an tetikte bekliyorlar. Türk devletlerinde kilit mevkilerdeki
adamlarımız, aralarında en ufak bir yakınlaşma sezdiklerinde hemen istikrarı
bozacak olaylar ve darbelerle bunu önlüyorlar.
EN ÖNEMLİSİ, TÜRKLER MEDENİYETİN BEŞİĞİDİR VE KÖKENLERİ
SÜMERLERE KADAR DAYANIR
Dördüncüsü, ülke bor madenleri bakımından dünyanın en zengin
ülkesidir ve bu maden dünyada yakın bir gelecekte, petrolden bile daha önemli
bir hale gelecek.
Beşincisi ve belki de en önemli olanı Türkler medeniyetin
beşiğidir.
Türkler, Milattan Önce 4.000'lerde Orta Asya'da yaşayan
büyük bir felaketten sonra yaşadıkları yerleri terk edip, Mezopotamya'ya ve
Rusya üzerinden Avrupa'ya gelen Aryanlar, yani dünyadaki en medeni olarak kabul
ettiğimiz Ari Irk'tandırlar ve Avrupa'daki Finliler, Macarlar gibi bazı uluslar
Türk kökenlidir. Ayrıca Anadolu'da büyük uygarlıklar kuran Hititler ve
Asurluların da Türk kökenli olma ihtimali yüksektir.
Milattan Önce 3.500 yıllarında Mezopotamya'da yaşamış olan
Sümerler ilk yazıyı bulan, toplumda adaleti sağlamak için ilk yasaları çıkaran
ve mahkemeleri kuran, ilk para kullanan ve vergi toplaya, ilk okul açan ve
tekerleği bulan ulustur: yani dünya medeniyetinin başlangıç noktasıdır ve
soyları tarihçilerimizin araştırmalarına göre Türk kökenli insanlardır. Çünkü
Sümerler o bölgenin yerli halkı değildirler; yani göçebedirler ve
tarihçilerimizin araştırmalarına göre "kız" manasına gelen
"kır" kelimesi, "öküz" manasına gelen "ökür"
kelimesi gibi bugüne kadar çözülebilen 1000 civarında
Sümerce kelime ve "Ayağını yere sıkı bas, Tatlı söz yılanı deliğinden
çıkarır, Sel gibi silip süpürmek, Yağ gibi erimek" gibi yüzlerce atasözü
bugün Türkçede kullanılmaktadır. Sümerlerin Ay Tanrısı'nın simgesi olan
"Yarımay", bugün Türk bayrağında kullanılmaktadır. Roma ve Yunan
medeniyetleri Sümerlerden oldukça fazla faydalanmışlardır; mesela yapılarındaki
süslemeleri ve Tanrıları Sümer tapınaklarından gelir.
Fakat biz bunu örtbas etmek için, Milattan Önce 2.000
yıllarında, yani Sümerlerden 1.500 yıl sonra başlamış olmasına ve Yunan
medeniyetini, dünyadaki ilk medeniyet olarak dünyaya tanıttık. Daha da ilginç
olanı, Yunanlılardan önce Mısır Medeniyeti başlamıştır; ama onlar da ancak
Sümerlerden 1000 sene sonra piramitlerini yapabilecek uygarlık düzeyine
gelebilmişlerdir. Mayalar ve İnkalar; Sümerlerden 2000 sene sonra ziguratlarını
aynı biçimde yapmışlardır.
MEDENİYETİN BEŞİĞİ OLARAK TÜRKLERİ KABUL EDEMEZDİK, BU
MİRASA EL KOYMALIYDIK
Medeniyetin beşiği olarak Türkleri kabul edemezdik; tam
aksine bin bir entrika ile bu kültür miraslarına el koyarak biz onları bütün
dünyaya barbar, hak hukuk tanımayan bir toplum olarak tanıttık ve bunda da
oldukça başarılı olduk. Sümer Kralları Urukagina ve Urnammu, çok tanrılı bir
toplum kurarak, insanlar arasında adaleti sağlamak ve haksızlıkları önlemek
için yasalar çıkararak, çağımız toplumlarına öncü olurlarken, bugün tek tanrılı
bir toplum olan Türkiye'de bizim çalışmalarımız sonucu, fuhuş, rüşvet, hırsızlık,
haksız kazanç ve gelir dağılımı aşırı düzeylerdir.
Aslında insanlar tarih kitaplarını açıp okusalar, bütün
gerçeği görecekler ama insanoğlu için duyduğuna inanmak yeterlidir, okumak çok
zor gelir.
Ben de o ana kadar en medeni ulus olarak İngilizleri
görüyordum.
Duydukları hiç hoşuma gitmeyince konuyu değiştirmek istedim.
OSMANLI'YI YIKMAK ZOR OLMADI
"Dünya ülkelerini nasıl ele geçirmeyi
düşünüyorsunuz?" diye sordum.
Rothschild kendimden emin bir tavırla konuşmayı sürdürdü.
Rothschild: Sana tarihten örnekler vererek gücümüzü
göstermek istiyorum; Birinci Dünya Savaşı, Avrupa'da bize karşı olan
imparatorlukları dağıtmak ve en önemlisi Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalayarak
Ortadoğu'daki petrol yataklarını ele geçirmek ve İsrail devletinin yolunu açmak
için çıkarılmıştı. İsrail devletinin kurucusu sayılan Theodor Herlz, o zamanki
Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit'e giderek, bizim ailemizin desteğiyle Filistin
topraklarını satın almak istedi. Fakat padişah bize karşı çıktı. Bizim için
Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkmak çok zor olmadı. Çünkü padişahlar genellikle
Türk kadınları yerine, fethettikleri ülkelerden köle olarak getirdikleri başka
din ve ırklara mensup kadınlarla evleniyorlardı.
Tabii Hürrem Sultan gibi bu kadınlar zamanla ülke
yönetiminde söz sahibi oldular ve kendileri gibi yabancı kökenli adamlarıyla
bizim istediğimiz gibi, ülkeyi yıkıma götüren bir şekilde yönetmeye başladılar.
Padişahlar ise devlet yönetiminin emin ellerde olduğu düşüncesiyle zevk ve
sefaya dalmışlardı. Bu da Osmanlı'nın çöküş devrini başlattı. Gizli
örgütlerimiz tarafından kışkırtılan insanların çıkardıkları isyanlarla
topraklar kaybedilmeye başlandı. Hazine plansız harcamalarla tüketildi. Savaş
sonunda hedefimize ulaşmamıza az kalmıştı; ama Atatürk adında bir lider ortaya
çıkarak planlarımızı bir süreliğine ertelememize neden oldu. Tabii ki sonuçta
bizim finans ve silah sanayi şirketlerimiz servetlerini onlarca kez katladılar.
I.
Dünya Savaşı sonunda Monarşizm tez olarak, Demokrasi antitez
olarak, Komünizm'i yani sentezi oluşturdu.
HİTLER, BİZİM TARAFIMIZDAN GETİRİLDİ, ÇÜNKÜ BURADAKİ
YAHUDİLER İSRAİL DEVLETİNİ KURMAYA YARDIMCI OLMADILAR
İkinci Dünya Savaşı'nın asıl sebebi şu an olduğu gibi
dünyada başlayan ekonomik krizlerdi; diğer bir önemli neden ise Diaspora'nın yani
kutsal topraklar dışında yaşayan Yahudilerin, yeni İsrail devletini kurmaya
yardımcı olmamaları ve bu ülkeye dönmeyi kabul etmemeleriydi.
Hitler'in bulunduğu mevkiye gelmesi ve Alman ulusunu
büyülemesi, yine bizim tarafımızdan aldığı mali yardımlar sayesinde olmuştur.
Harriman, Guaranty tröstü gibi Amerikan finans devleri, Alman çelik kralı
Thyssen'ın mali yardımları ve Thule Örgütü'nün desteğiyle Hitler, dünya savaşı
başlatacak güce erişiyordu. Bu iş için Hitler seçilmişti; çünkü Yahudilerden
nefret ediyordu. Sebebi ise, babaannesi o zamanlar zengin bir Yahudi'nin
yanında hizmetçi olarak çalışıyordu ve babaannesi bu Yahudi patronu tarafından
hamile bırakılmış, durumdan haberdar olan evin hanımı tarafından evden
kovulmuştu. Babaanne kucağında bir bebek ile, yani Hitler'in babasıyla, başka
bir iş bulamayınca koyu Katolik olan baba evine geri dönmüştü. Hitler zamanla
bu gerçeği öğrenmiş, Yahudilere kin duymaya başlamıştı. İsrail topraklarına
dönmemekte ısrar eden Yahudileri korkutmak amacıyla birkaç katliama izin
verildi ve söylenenden çok daha az kişinin öldüğü bu katliamlar kullanılarak
sözde milyonların yok edildiği Yahudi katliamı senaryoları üretildi. Şimdi aynı
katliam senaryosu Ermeni Soykırımı adı altında Türklere uygulanmaktadır. Bu
saçma soykırım masalı Türklere yüklenecek ve böylece Türkiye yüz milyarlarca
dolar tazminat ödemek zorunda kalacak. Bu da Türk ekonomisi için büyük bir
darbe olacaktır.
ATOM BOMBASI, YAHUDİLERİN YAŞADIĞI ALMANYA'YA ATILAMAZDI, BU
NEDENLE JAPONYA KIŞKIRTILDI
Almanlardan nefret eden o zaman ki Siyonist başkanımız
Einstein'ın Amerikan Başkanı Roosevelt'e bir öneri mektubu göndermesiyle atom
bombası çalışmaları Manhattan Projesi altında başlatılmış ve kısa sürede sonuç
alınmıştı. Ama bir sorun vardı, bu bomba çok güçlüydü ve deneme yapılabilmesi
için Amerika'nın halkın desteğiyle savaşa girmesi gerekiyordu. Ayrıca Alman
şehirlerinde çok sayıda Yahudi yaşıyordu; bu ülkeye atom bombası atılamazdı.
Japonlar kışkırtıldı ve daha önceden haber alınmasına rağmen, halkın duygularıyla
oynanarak desteğinin kazanabilmesi için yüzlerce Amerikan askerinin ölmesiyle
sonuçlanan Pearl Harbor baskınına göz yumulmuş ve bu sorun da aşılmış oluyordu.
İSRAİL DEVLETİ, ROTSCHILD AİLESİ'NİN CÖMERT MALİ DESTEĞİ İLE
KURULDU
Ve böylece Büyük İsrail İmparatorluğu'nun temelini oluşturan
İsrail Devleti 1948 yılında Rotschild Ailesi'nin cömert mali desteğiyle
kuruldu. Ordo Ab Chaos yine işe yaramıştı. Bu arada savaşta iflas eden
ülkelerin ekonomilerinin düzeltilmeleri için Harriman, Rockefeller, Vanderblit
ve Rothschild finans kurumlarından aldıkları borç paralar devreye giriyordu.
SOVYETLER BİRLİĞİ'NE YETERİ KADAR ÜLKE TAHSİS EDİLMİŞ, MALİ
DESTEK VERİLMİŞTİ
Sovyetler Birliği, Hegel Diyalektiği gereği bir karşıt güç
yaratılması gerektiği için, Amerikan International Barnsdall Corporation
şirketinin verdiği ekipman ve yine Amerikan W.A Harriman Company ve Guaranty
Tröstü tarafından verilen mali desteklerle petrol kuyuları ve maden yatakları
açarak, ekonomisini geliştirdi. Bu arada dünya ülkeleri komünizm ve kapitalizm
arasında seçimlerini yapmaya başlamışlar; Sovyetler Birliği'ne kapitalizmi
savunan bizlere karşı eşit bir güç oluşturması ve bu oyunun sürdürülebilmesi
için yeteri kadar ülke tahsis edilmişti.
ÇİN, HENÜZ KONTROL EDEMEDİĞİMİZ BİR ÜLKE AMA ABD EKONOMİSİNE
KATKISI BÜYÜK
Çin ise Amerikan Bechtel Corporation'ın verdiği teknoloji ve
beyin gücüyle süper bir güç haline geldi. Bu ülke henüz kontrol edemediğimiz,
dünyadaki tek ülke. Fakat Amerikan ekonomisine büyük katkıda bulunuyorlar;
çünkü iş gücü çok ucuz, ayda 30 dolara çalışacak işçi bulmak bizim
ülkelerimizde patronların en tatlı rüyası olurdu.
VİETNAM, KORE, KAMBOÇYA, TAYLAND, ENDONEZYA, AFGANİSTAN,
İRAN-IRAK, YUGOSLAVYA SAVAŞ ENDÜSTRİSİ'NİN DENEME VE GELİŞMESİNE YARADI
Size dünyadan kısa örnekler vererek konuşmamıza devam
edeceğim; Vietnam savaşında, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği
silah endüstrileri, yeni imal ettiği silahları deneme fırsatı bulmuştu ve silah
sanayisini canlandırmak için devlet, eskileri kullanarak elden çıkarmıştı.
'Agent Orange' adlı kimyasal silah ile bu zehirin bitkiler üzerinde ölümcül
etkileri görülmüş oldu. Bir ülke ekonomisi batağa sürüklendi.
Kore savaşı ile bu ülke iyiye bölündü ve kalkınma hayalleri
suya düştü. Böylece ülke ekonomisi tahrip edildi. Ayrıca bu ülkede mikrop
bombaları ve dioksin gibi çeşitli zehirler ile biyolojik savaş denemeleri
yapıldı.
Kamboçya'da Amerika ile ticaret yapmayı reddeden lider
Sihanuk 1970 yılında bir darbe ile devrildi ve yerlerine ülkeyi kaosa
sürükleyen Pol Pot ve Kızıl Kmerler geçirildi.
Tayland'da yine ülke yönetimi devrilerek yerine diktatörlük
rejimi kuruldu. Ülke ekonomisi yıllarca bize çalıştı.
Endonezya devlet başkanı Suharto 1957-58 yıllarında Amerika
Birleşik Devletleri'nin verdiği silahlarla Doğu Timor'u işgal etti ve yıllarca
sürecek bir kaos yarattı, binlerce insan öldü.
Afganistan savaşı Ruslara silah sanayisini geliştirmek için
büyük fırsatlar sunmuştur. Biz de yeni üretilen silahların etkilerini
deneyebilmek için büyük bir fırsat yakalamıştık. Ayrıca ülke çok zengin yer
altı kaynaklarına sahiptir. Afganistan yönetimi şu anda tamamen bizim
kontrolümüz altındadır.
İran-Irak savaşı Saddam'a büyük vaatler yapılarak
başlatıldı. İlk iş olarak birbirlerinin petrol kuyularını ve tesislerini
bombaladılar.
Tabii sonunda petrol zengini bu iki bizlerden daha fazla
silah satın alıp savaşı kazanabilmek için ülke ekonomilerini iflas ettirecek
düzeye getirdiler. Sonuçta bütün şehirleri ve petrol tesisleri yine bizler
tarafından yeniden kurulacaktı. Bu de yine bizlerden daha fazla borç almakla
mümkün oluyordu.
Saddam dolduruşa getirilerek başlatılan 1990 yılındaki
Körfez savaşı, ile ırak ekonomisi bir kez daha çökertildi; Kuveyt'i tekrar inşa
etmek için milyarlarca dolarlık iş bağlantıları yapıldı; Amerikan askerleri
bölgeye ilelebet yerleşti. Bu savaşta test amacıyla tüketilmiş uranyum
bombaları kullanıldı. Bu bombalar, etkisi yıllarca sürecek radyoaktif maddeler
yayarak bölgedeki yüz binlerce insanın, tabii bu arada bizim askerlerimizin de
ölmesine yol açtı, hala da insanları öldürmeye devam ediyorlar.
1990 Yugoslav savaşında salkım bombaları kullanıldı. Bu
teknoloji harikası bombalar yere yaklaştıklarında yüzlerce küçük bombalara
ayrışıyorlar ve yere düştüklerinde hala patlamamış olanlar her zaman aktif
birer bomba olarak kurbanlarını bekliyorlar.
Rotthschild konuşmasına "Bu ülkelerin şimdi tamamen
bizim kontrolümüz altında olduğunu sanırım söylememe gerek yok" diyerek
ara verdi. Onun kaldığı yerden Rockefeller devam etti.
ZAİRE, ÇAD, YEMEN, GUATEMALA, ŞİLİ, BREZİLYA, DOMİNİK,
SOMALİ, PANAMA, EL SALVADOR, BOLİVYA, EKVATOR, PERU, URUGUAY, ANGOLA'DAKİ
SAVAŞLAR VE DARBELER BİZİM PLANLARIMIZDI
Zaire devletinin başına CIA destekli bir darbe ile 1965
yılında geçen Mobutu, George Bush'un deyimiyle Afrika'daki en iyi adamımız
oldu.
Çad Hükümeti 1982 yılında bir darbe ile devrildi ve yerine
diktatör Hissen Harbe geçirildi. Bu geçiş sırasında on binlerce insan öldü.
Yemen 1990 yılına kadar iki ayrı devlet halinde uzun yıllar
birbirleriyle savaştılar. Bizim şirketlerimiz zenginleşmeye devam ettiler.
Guatemala'da hükümet, komünist rejim tehlikesi bahane
edilerek CIA yardımıyla 1953 yılında devrildi ve bugüne kadar bizim tayin
ettiğimiz askeri hükümetlerle ülke sonsuz bir kargaşa içinde yönetilmektedir.
Şili'de General Pinochet, 1973 yılında iktidarı ele geçirerek,
yıllarca bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkeyi yönetti. Amerika Birleşik
Devletleri'ne aktardığı milyarlarca dolarla ülke ekonomisi bataklığa
sürüklendi. Ülke insanları sefalet içinde yüzerken, bizler daha zengin olduk.
Brezilya da komünizmden kurtarılan bir diğer ülkeydi. Ülke
yönetimi
1964 yılında bir darbe ile devrildi, ülke Amerika Birleşik
Devletleri'nin Güney Amerika'daki en güvenilir müttefiklerinden biri oldu.
Dominik Cumhuriyeti, aynı şekilde 1963 yılında bir darbe ile
bizim istediğimiz yöneticilere kavuştu. Ülkenin serveti bizlere aktı.
1990'lı yıllarda Kolombiya'da uyuşturucu ile mücadele etmek
maskesi altında ülke yönetimi ele geçirildi. CIA bu ülkeden gelen uyuşturucu
parasıyla dünyanın çeşitli ülkelerindeki operasyonlarını finanse ediyor.
Fiji, Grenada, Panama, Somali, El Salvador işgal edildi.
Sarin, hardal gazı gibi sinir gazları halk üzerinde denendi. Yüz binlerce insan
öldü ve hala ölmeye devam ediyor.
Bolivya, Gana, Ekvator, Haiti, Filipinler, Peru, Uruguay,
Angola, Seyşel adaları gibi üçüncü dünya ülkelerinde yapılan darbeler ve
karışıklıklar hep bizim planlarımızın bir parçasıydı.
BÜTÜN ÜLKE YÖNETİMLERİNİ KONTROL ALTINDA TUTUYORUZ,
AKSİ HALDE TERÖR OLAYLARINI DEVREYE SOKUYORUZ
Avrupa ülkelerinde kurulan İtalya Gladio'su benzeri
istihbarat örgütleri sayesinde, bütün ülke yönetimlerini kontrol altında
tutmaktayız.
İstanbul'daki sinagoglara yapılan saldırılar ve Madrid'deki
tren bombalama olayları, bu ülkelere bizim isteklerimizi görmezden geldiklerini
hatırlatmak için yaptırıldı.
New York İkiz Kuleler, Pentagon saldırıları, Kenya ve Suudi
Arabistan'daki bombalama olayları ise tamamen bizim planlarımız doğrultusunda
icra edildiler.
Ben "Dünyada el atmadıkları başka ülke kaldı mı
acaba" diye düşünüyordum. Rockefeller böyle beni şaşkınlığa uğratmanın
zevkiyle içkisini bir yudumda bitirerek sözlerini tamamladı;
DÜNYADA HİÇBİR YERDE MAFYA VE KAÇAKÇILIK OLAYLARI BİZİM
İZNİMİZ OLMADAN YAPILAMAZ
"Bu arada, bütün organizasyonların çok yüksek olan
maliyetleri konusu var. Onların kaynağı ise vergiden muaf olan vakıflarımızın
topladığı bağışlardan ve mafya ile olan bağlantılarımız sayesinde finanse
diliyor. Dünyanın hiçbir ülkesine mafya veya kaçakçılık faaliyetleri, o
devletin haberi ve izni olmadan yapılamaz. Yapılması için, üst kademelerde
işbirlikçilerin olması gerekir. Bu işbirlikçiler gözünü para hırsı bürümüş
insanlar seçilir ve bir kere bu işlere bulaşıldı mı, bir daha çıkış yoktur.
Dünyanın her yerinde tamamen bizim kontrolümüz altında çalışan mafya, özellikle
uyuşturucu ve silah kaçakçılığı ile ilgilenir, çünkü en tatlı para bu
alanlardadır. Bu paradan biz en büyük payı alırız ve bu parayla birlikte masum
görünüşlü vakıflarımızın desteğiyle bütün bu faaliyetlerimiz finanse edilir ve
buna işbirlikçilere dağıtılan para ve rüşvetler dâhildir.
NEDEN KUZEY AMERİKA VE BATI AVRUPA VARLIKLI BİR YAŞAM SÜRER.
DÜNYADAKİ
5 MİLYAR İNSAN, BİZİM 1 MİLYAR İNSANIMIZ İÇİN ÇALIŞIR
Bu örnekler inanın bana sadece buzdağının dışarıdan görünen
başı.
Gördüğünüz gibi dünyanın her noktası kontrolümüz altında.
Hegel Diyalektiği'nin amacımız doğrultusunda ne kadar çok işe yaradığını
görüyorsunuz. Hiç düşündünüz mü, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkeleri
vatandaşlarına rahat ve varlıklı yaşam olanakları sunarken, dünyanın diğer
ülkelerinde neden sefalet ve bitmeyen bir kargaşa var? Çünkü bizim ırkımız
seçilmiş ırktır, diğerleri sadece köledirler. Eğer yaşamak istiyorlarsa ömür
boyu bize bu şekilde hizmet etmek zorundadırlar. Dünyadaki 5 milyar insan, bizim
toplumlarımızdaki 1 milyar insan için çalışıyorlar. Bütün zenginlikleri bizim
şirketlerimize ve dolayısıyla bizim ülkelerimize akıtılıyor. Biz gelişmiş
ülkeler, her geçen gün daha da zenginleşirken, üçüncü dünya ülkeleri,
ekonomileri çökertilmiş, halkı uydurma savaşlar ve olaylarla sefalete
sürüklenmiş çaresiz bir halde; refah içinde yaşayan işbirlikçi yöneticileri ve
zengin tabakaları bizim emirlerimizi bekliyorlar.
Bizimle işbirliği yapanlar, çok yakında yeni dünya
hükümetinde kendi bölgelerini bizim idaremiz altında yönetecekler. Üçüncü sınıf
ülkelerin halkları eğitim düzeylerine göre işçi olarak çalışacaklar, bizim gibi
gelişmiş halklar da bunların üstünde bir hiyerarşi içinde yönetici olarak görev
yapacaklar. Bu sınıfa giren ülke insanları için cumartesi günleri dışında bütün
bayram ve tatil günleri kaldırılacak ve ancak karınlarını doyurabilecekleri bir
maaş karşılığında, bütün yıl boyunca haftanın altı günü çalışacaklar. Bizim
insanlarımız günün çok az bir kısmını çalışmaya ayıracak ve günün geri kalan
kısmını zevk ve eğlenceyle geçirecekler.
İlk önce bütün bu anlatılanları çok büyük hayaller olarak
görmüştüm; ama diğer ülkelerin durumu aklıma gelince gerçekleşme
olasılıklarının olduğunu hesapladım. Gerçekten de çok az televizyon seyretmeme
rağmen savaş ve ayaklanma haberleri gözüme çarpıyor, açlıktan ve sefaletten
sürünen insanları seyrettiğimi hatırlıyorum. Ama ben medya adamıydım ve bütün
bunların sebeplerini araştıracak zamanım yoktu.
* * *
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Yorumlarınız İçin Teşekkür Ederim