Osmanlı İmparatorluğunun son zamanlarında, İmparatorluğun Dünyadaki milliyetçilik akımlarından etkilenmemesi için çözümler üretildi. İlk önce Osmanlı sonra da İslam ümmetçiliği öne çıkarıldı. Ancak bunlar İmparatorluk bünyesinde bulunan milletlerin devlet kurup ayrılmalarına engel olmadı. Şimdi günümüz Türkiye'sinde aynı milliyetçilik akımlarının olduğunu görüyorum. Bunları bir arada tutmak ve özerklik hatta bağımsızlık isteklerine karşılık vermek her zamankinden daha zor. Kuzey Suriyeyi de içine alan ve Akdeniz'e dayanan Kürt devleti yaşanan gelişmeler neticesinde bir oldu bitti ile ülkemiz topraklarının büyük bir bölümünü içine alması tehlikesi her zamankinden fazla görünmektedir. Ülkemizdeki azınlıklara tanınan haklar ne kadar fazla olursa olsun, kendini bu devletten ayrı gören ve Türk olmadığını iddia eden Türklerle aynı topraklar üzerinde yaşamaktan rahatsızlık duyduğunu iddia eden Kürtler, bölgedeki gelişmeler neticesinde ne yaparsak yapalım. Gün gelecek bağımsızlıklarını ilan edeceklerdir. Buna şu anda alınan tedbirlerle engel olmak mümkün değildir. Hatta bu tedbirler ayrılığa daha çok sevk edecektir. Bunun çaresini Osmanlı bulamamıştı ve bizim de Osmanlının uyguladığı yöntemlerle başa çıkabilmemiz mümkün görünmemektedir. Bizim yapabileceğimiz tek çözüm, Doğu ve Güneydoğuda başlayacak toplu bir isyanla başa çıkabilecek kolluk kuvvetini,isyan başladığında elebaşlarını bir kaç saat içinde gözaltına alacak şekilde hazırlamaktır. Eğer bu elebaşlarını gözaltına almakta gecikirsek,tedbir almak için çok geç kalmış olacağız.
Suriyedeki Esad yönetimin füze saldırılarına karşı Avrupadan ve Amerikadan patriot füzeleri ve hava kontrol sistemine sahip Awacs uçakları getirdik. Bu füzeler ve beraberindeki askeri personel bir yıl gibi sınırlı bir sürede görev yapacak. Ancak bu şekilde bölgenin havadan kontrolünü de bu yabancı askeri personelin yapılmasına imkan tanıdık. Bu askeri personel,bölgedeki düşman kuvvetleri görebileceği gibi, bu düşman kuvvetlere karşı kullanılacak Türk Askeri kuvvetlerinin hareketlerini de görebilecek. Hatta bu bilgileri karşı tarafla paylaşarak, bizim askeri üstünlüğümüzü zayıflatacak. Bölgedeki düşman askeri varlığın, bu bilgileri kullanarak rahatlıkla bizim askeri varlığımızı yok etmesi son derece kolay olacaktır. Bölgenin son derece geniş olması ve sınırlı askeri kuvvetlerle başarılı olmanın zor olması nedeniyle, doğru istihbarat bilgilerine sahip olan kuvvetler daima başarılı olacaktır.
Bizim yapmamız gereken,bölgedeki bu bilgilere yabancı askeri personelin ulaşmasını sınırlamaktır.
Hatta ülkemizdeki tüm yabancı askeri personel ve silahları bir an önce ülkemizden gönderelim.
Gönderelim ki, bunların ülkemizdeki hava ve karadaki askeri varlığımızı yok etmelerine engel olalım.
Osmanlı zamanını hatırlayalım. İran ile Batı dünyası daima bize karşı işbirliği içinde olmuştur.
Ne zaman Avrupaya sefer düzenlesek, İran orduları ülkemiz topraklarına sefer düzenlemiştir.
Hristiyan Avrupa ile Şii İranın tek bir amacı vardır. Sünni ve gerçek İslamı yok etmek, insanları kendi istedikleri şekilde inanmasını sağlamaktır. Eğer bu şekilde düşünmeseler, Iraktan sonra İran üzerine Avrupalı yürümekten çekinmezdi. Irak işgali sırasında Saddam Hüseyinin imha edilmesin diye ülkesinde bulunan silahları ve askeri varlığı İrana verdiğini düşünürsek, Irakın Amerikalılar tarafından işgalinden Batılılardan daha fazla İran kazançlı çıkmıştır. Batı ve İsrail her zaman İranla işbirliği içinde olmuştur.
Batının Roma ve İranlıların Pers İmparatorluğunu kurma hayallerinin önünde tek bir engel vardır.
Bağımsız ve güçlü bir Türkiye. Bu nedenle ülkemizi içten ve dıştan karıştırmak ve parçalamak için birlikte çaba göstermektedirler.
Kürtler her zaman İsrail ve bölge üzerinde hakimiyet kurmak isteyen ülkeler için bir piyon görevi görürler. Kürtler tarihte ilk defa bağımsızlığa bu kadar yaklaştılar. Kuzey Irakta bulunan Kürt devleti, Suriye tarafına doğru ilerlemekte, ülkemizde bulunan Kürtleri ayaklandırmak için çaba göstermektedir.
Ancak şu aşamada,bölgede azınlıkta bulunan ve devletlerini genişletmek için daha fazla askeri güce ihtiyaç duyan Kürtler, bölge ülkeleri ile iyi geçinmek zorundadır.
Kürtler, Suriye ve Irakta genişlemek, Araplarla mücadele etmek için bölgede faydalanabilecekleri askeri güce ihtiyaç duymaktadırlar. Bu nedenle Türkiye ve İrandan çekilecek terör örgütünün elemanlarına ve silahlarına ihtiyaç duymaktadırlar. Terör örgütü,Türkiye ve İrandaki amaçlarından vazgeçtiği için değil, Irakta üstünlük kurmak ve Suriye topraklarını ele geçirmek için çekilmektedir. Bu strateji gereği Türkiye'nin ve İran'ın müdahalesini engellemek için,geçici bir ateşkes, teröristlerin silahları ile birlikte zarar görmeden sınır dışına çıkarılması için ilan edilmelidir.
Bölgede yaşanan gelişmeler bu strateji dikkate alınarak değerlendirilmelidir.
Türkiye, şu anda kısa vadeli bir siyasi başarının hesaplarını yapmaktadır. Terörist unsurların sınır dışına çıkması ve terör örgütünün eylemlerine son vermesi, siyasi iktidarın geleceğini garanti altına alması demektir. Ancak bu durum, siyasi iktidarın başarısı değil, bölgedeki gelişmelerin doğal bir sonucudur.
Ancak ülkemiz için esas tehlike bundan sonra başlamaktadır. Esad yönetiminden kaçan ve sayıları bir hayli fazlalaşan mültecilerin, bölgede barış sağlanarak,ülkelerine geri gönderilmesi gerekmektedir.
Suriyeliler, ülkemize yakın bir zamanda İsrail-Filistin sorunu gibi sorun yaşatacaktır. Suriyenin Hatay üzerindeki hak iddiasının günümüzde de devam ettiğini düşünürsek, biz kendi ellerimizle Suriyelileri bölge halkına üstünlük kuracak şekilde sınır bölgelerine yerleştirdik. Bölgede yaşanacak bir isyan neticesinde, insani nedenlerle kabul ettiğimiz Suriyeli mültecileri karşımızda bulacağız. Diğer yandan Kürtlerin de bölgede haklarını korumak için harekete geçtiğini düşünürsek, Güneydoğu Anadoluda bir Suriyeliler ile Kürtler arasında bir egemenlik mücadelesi yaşanması süpriz olmaz. Benzer bir durumda, Atatürkün Çerkez Ethem komutasındaki kuvvetleri Batıdan çekerek,isyanı bastırmak için kullandığını ; Şeyh Said isyanında bölgedeki askeri varlığımızı isyanı bastırmak için gönderip, Misakı Milli sınırları içinde yer alan Musul ve Kerkükten vazgeçmek zorunda kaldığımızı unutmayalım.
Yapılması gereken,ülkemizdeki özellikle Batı bölgelerindeki kolluk kuvvetlerinin büyük bir kısmını yavaş yavaş bölgeye kaydırmak, güneydeki 2. Orduyu takviye etmektir. Öyle ki Suriye ve Irak sınırı arasında öyle bir askeri varlık olsun ki, ülkemizde isyana hazırlanan kişilerin, sınırdan takviye almaları engellensin. Bu isyan hazırlığı içinde olan kişiler, destek alamadan yok edilsin.
Başkanlık sistemi ve beraberindeki eyalet sistemi, ülkemiz için son derece sakıncalıdır.
Biz yüzyıllar boyu İmparatorluk içinde benzer bir sistemle yönetildik. Amerika'daki başkanın Osmanlıdaki karşılığı padişahtır. Eyalet sistemini bölgemizde uyguladığımızı düşünelim.
Her eyaletin kendi meclisi ve karar verme yetkisi kendilerine ait olan yerel yönetimleri vardır.
Bu meclis ve yerel yönetimler üzerinde merkezi yönetimin etkisi son derece sınırlıdır.
Türkiye gibi bir çok milletin bir arada yaşadığı ülkelerde, merkezi yönetimin etkisinin bu şekilde sınırlandırılması çok sakıncalıdır. Mesela Doğu Anadolu'da Kürtlerin yoğun olarak yaşadığını dikkate alalım. Nüfus olarak çoğunlukta olan mecliste ve yerel yönetimlerde etkin olan Kürtlerin, aldıkları bir kararla bağımsızlık ilan etmeleri son derece kolaydır.
Merkezi yönetimin buna karşı tedbir alma olanağı son derece yetersiz olacaktır.
Nüfus olarak Arapların yoğun olarak yaşadığı Güneydoğu Anadolunun bir eyalet olduğunu dikkate alalım. Yerel mecliste ve yerel yönetimlerde söz hakkı doğal olarak Araplarda veya o bölgede hakim olan bir etnik grupta olacaktır. Merkezi yönetimden ayrılarak kendi devletlerini kurmaları daha kolay olacaktır.
Yukarıda belirttiğim olumsuzlukların gerçekleşmediğini, merkezi yönetimin tüm eyaletler üzerinde etkili olduğunu varsayalım. Ülke yönetiminde başkan yani bir tek kişi hakim olacaktır. Denetlenemeyen iktidar gücü, o iktidar gücünü elinde tutmak için o kişinin mümkün olan tüm yollara başvurması demektir.
Yani Amerikadaki başkanlık, Türkiyedeki başkanı ya diktatör olmaya,ya da hanedan kurup padişah olmaya sevk eder. Her etnik grup, kendi başkanını yönetime getirmek için çaba gösterir. Bu da Osmanlıdaki Fetret dönemi gibi kanlı taht kavgalarına neden olur.
Yani başkanlık sistemi, halkını seven ve daha çok hizmet etmek isteyen insanlar için bir fırsattır. Osmanlı bu şekilde bölgede 700 yıldan fazla hüküm sürmüştür. Ancak tarih Hitler Mussolini gibi insanların iktidar hırsı ile ülkelerini felakete sürüklemeleri gibi örneklerle doludur.
Türkiyenin bu dönemde yönetim şekli ve sistemini değiştirmesi son derece riskli ve sakıncalıdır.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Yorumlarınız İçin Teşekkür Ederim