SENE 1919 İSTANBUL’UN İŞGAL GÜNLERİ |
Naci Kaptan (15
Nisan 2013)
1918 – 1922 yılları arasında düşmanlar sarmıştı İstanbul’un
her bir yanını. O dönemler Osmanlı yorgun ve güçsüzdü. Büyük savaşların içinden
çıkmıştı. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan
Mondros Mütarekesi ile İstanbul için işgal başlamıştı.
İstanbul’un işgalini yazar Mümin Yıldıztaş, “Yaralı Payitaht
İstanbul’un İşgali” adlı çalışmasında “İşgal Başlıyor” başlığı altında şöyle anlatıyor;
“Galata Rıhtımına yanaşan Adrian Gemisi’nden çıkan iki
Fransız subayı İstanbul’a ilk ayak bastığında takvimler 8 Kasım 1918’i gösteriyordu.
Bunu 13 Kasım’daki
22’si İngilizlere, 12’si Fransızlara, 17’si İtalyanlara ve 4’ü de Yunanlılara
ait toplam 60 parçalardan oluşan Müttefik donanmasında bulunan askerlerin
İstanbul’a çıkışları izledi.”
“İşgal devletleri sadece İstanbul’u işgal etmekle kalmayıp
tüm küstahlıklarını da göstermekten geri kalmadılar. Fransız işgal kumandanının
kendisini karşılamak üzere selam duran Osmanlı bandosunu hiç yoktan
kırbaçlamasının yanı sıra Dolmabahçe Sarayı’nda da kendisinin oturacağını
söyleyerek Osmanlı padişahının derhal boşaltmasını istemesi, Fransız
küstahlığının hangi boyutlara ulaştığını göstermesi açısından oldukça
ilginçtir.”
“İşgal altındaki İstanbul, kontrol, denetim ve sorumluluk
olarak üç bölgeye ayrılmıştı. Galata ve Beyoğlu bölgesinde İngilizler, İstanbul
yakasında (Sur içi) Fransızlar, Kadıköy bölgesinde ise İtalyanlar ayrı ayrı
denetim mekanizması oluşturmuşlardı. Her işgal komutanlığı kendi karargâhı
bünyesinde bir de askeri mahkeme ve hapishane kurmuştu.”
İŞGAL GÜNLERİNDEN BİR ANI
İstanbul Hükümetinin Harbiye Nazırı Ziya Paşa her zamanki
yumuşaklığı ile;
- “Beyler..” dedi
- “.. İngilizlere kafa tutamayız. Adamların hiç şakası yok.
Daha geçen gün, bir bahane icat ederek İzmit’i tekrar işgal ediverdiler.”
Sarı Atlas döşeli büyük oda, nezaretin ileri gelen subayları
ile doluydu. Hürriyet ve İtilaf Partisi yanlısı olan birkaç gerici subay
dışında hepsi, Anadolu’ya geçmeye çoktan hazır, Ankara’nın İstanbul’da
kalmalarını gerekli gördüğü namuslu askerlerdi. Kapı açıldı, kapının boşluğu
içinde yaver göründü:
—Emrettiğiniz yüzbaşı geldi efendim.’
—İçeri al.’
Nazır subaylara bilgi verdi:
—Az önce sözünü ettiğim talihsiz olayın faili.’
Yüzbaşı bekletmeden içeri girdi, kaygılı bakışlarla
kendisini izleyen subayların arasında hızla ilerleyerek nazırın masası önünde
durdu, selam verdi:
—Yüzbaşı Faruk, Beni
emretmişsiniz.’
Uzun boylu, kumral, yakışıklı, biraz bıçkın havalı bir
subaydı.
Nazır önündeki yazıya bakarak yumuşak sesle, ‘Oğlum.‘ dedi,
‘. Dün akşam Beyoğlu’nda,
İngiliz İnzibat Subayı Teğmen Miller’i, emre rağmen selamlamamışsın. Doğru mu?’
—Evet, efendim, doğru.’
Nazır, dürüst subaya babacanca yol gösterdi:
—Herhalde görmediğin için selamlamadın, değil mi çocuğum?’
—Hayır, efendim, gördüm.’
Nazırın canı sıkıldı:
—Niye selamlamadın öyleyse? Selamlamanız için emir
verilmişti.’
—Rütbesi benden küçük olduğu için selamlamadım Paşam.
Askerlik töresince, önce onun beni selamlaması gerekmez miydi?’
Ziya Paşa derin bir kederle ellerini açtı:
—Askerlik töresi mi kaldı a yavrum? Adamlar galibiyet
haklarını kullanıyorlar. İngiliz Komutanlığı bu sabah olayı protesto etti. Mesele çıkarılacak zaman değil.
Hemen şu müzevir teğmeni bul da özür dile. Olayı kapatalım.’
Başıyla çıkması için izin verdi.
Ama yüzbaşı yerinden kıpırdamadı:
—Paşam, bir de beni dinlemenizi rica ediyorum.’
Nazır bıkkınlıkla, ‘söyle bakalım’ dedi.
‘Balkan savaşında teğmendim. Çanakkale’de üsteğmen, Suriye
cephesinde yüzbaşı oldum. Ben bu rütbeleri tek başıma savaşarak almadım. Her
rütbemde binlerce şehidin ve gazinin hakkı var. Onların hakkını korumak namus borcumdur.
Beni affedin, özür dileyemem.‘
Harbiye Nazırı bozuldu:
—Anlamadın galiba. Harbiye Nazırı olarak emrediyorum.‘
Yüzbaşı sükûnetle, ‘Anladım efendim’ dedi, apoletlerini bir
hamlede söküp nazırın masasına bıraktı:
—Artık emrinizi dinlemek zorunda değilim!’
Selam vermeden dönüp kapıya yürüdü. Oturan subayların,
İstanbul’u tutan birkaçı dışında, hepsi saygıyla ayağa fırladı. Hepsinin
rütbesi yüzbaşıdan daha büyüktü. Gözleri dolarak, yüzbaşıya selam durdular…
(Turgut Özakman Şu Çılgın Türkler, s. 57–58 )
Bu Cumhuriyeti böyle subaylar kurdular.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Yorumlarınız İçin Teşekkür Ederim